2025 Kaliforniya Krizi Bağlamında Amerikan Federalizminin Sınavı

Amerika Birleşik Devletleri, federal bir sistem üzerine inşa edilmiş olup, eyaletlerin belirli ölçüde özerkliğe sahip olduğu bir yönetişim yapısına sahiptir. Ancak 2025 yılı itibariyle Donald J. Trump’ın yeni başkanlık dönemi, göçmen politikaları ve olağanüstü hal yetkilerinin kullanımı üzerinden federal otoritenin sınırlarını yeniden tanımlamaya yönelik girişimlerle dikkat çekmektedir. Kaliforniya eyaletinde yaşanan son gelişmeler, yalnızca göçmen krizinin değil, aynı zamanda ABD federalizminin de derin bir anayasal sınavdan geçtiğini göstermektedir.

Amerikan siyasal sistemi, dünya üzerinde federalizm ilkesine dayalı olarak en istikrarlı işleyen anayasal modellerden biri olarak kabul edilmektedir. 17 Eylül 1787 Anayasası ile şekillenen bu yapı, federal hükümet ile eyalet yönetimleri arasında yetki paylaşımına dayalı hassas bir denge sistemini benimsemiştir. Bu denge hem kuvvetler ayrılığı hem de yönetsel çok merkezlilik ilkesiyle desteklenerek, bireysel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasında etkili olmuştur. Ancak 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde, özellikle Donald J. Trump’ın başkanlık dönemleriyle birlikte, bu dengenin bozulduğuna ve federal otoritenin artan biçimde merkeziyetçi ve otoriter eğilimler sergilediğine dair kaygılar artmıştır.

Trump’ın 2025 seçimlerini kazanmasının ardından uygulamaya koyduğu yeni göç politikaları, yalnızca bir güvenlik politikası değil, aynı zamanda kapsamlı bir iç siyasi mühendislik projesi olarak da değerlendirilebilir. Bu politikalar, Latin Amerika kökenli göçmenler (Hispanikler) üzerinden yürütülen bir “iç düşmanlaştırma stratejisi” aracılığıyla toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmekte ve federal düzeyde yürütme yetkisinin aşırı genişletilmesine imkan tanımaktadır. Özellikle Kaliforniya eyaletinde Haziran 2025’te yaşanan gelişmeler, bu sürecin kristalize olduğu anlardan biri olmuştur.

Los Angeles’ta yaşanan kitlesel gözaltılar ve mezuniyet törenlerine yapılan baskınlar, sadece göçmen haklarının ihlali değil, aynı zamanda sivil özgürlüklerin ve eyalet yetkilerinin açıkça çiğnenmesi anlamına gelmiştir. Bu süreçte Trump yönetiminin Title 10 (Title 10 of the United States Code) yetkisine dayanarak Kaliforniya Ulusal Muhafızlarını doğrudan merkeze bağlaması ve federal ordu gücünü iç güvenlik amacıyla seferber etmesi, ABD tarihinde 1965 Selma yürüyüşleri (Jim Crow yasaları 19. ve 20. yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri’nin güney eyaletlerinde çıkartılmış ırksal ayırmacı yerel yasalardır. Yasalar, ABD’deki yeniden yapılanma döneminde siyahilerin elde etmiş olduğu politik ve ekonomik kazançlara karşı çıkartılmıştır.) sonrası Alabama örneğinden bu yana görülmemiş bir müdahale niteliği taşımaktadır.

Bu bağlamda, 2025 Kaliforniya krizi yalnızca bir göçmen meselesi değil; aynı zamanda Amerikan federalizmi, anayasal denge-denetim mekanizmaları ve otoriterleşme süreci çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Trump, 2024 seçim kampanyasını ülkedeki milyonlarca göçmeni ülkelerine geri gönderme vaadi üzerine kurmuş, bu söylem üzerinden kitlesel destek mobilize etmeyi başarmıştır. Ancak göçmenler, Amerika Birleşik Devletleri’nde yalnızca politik bir mesele değil, aynı zamanda tarihsel, sosyolojik ve ekonomik bir yapı taşıdır. Amerika’nın ulusal kimliği, esasen göçmenlik üzerinden inşa edilmiştir. Yerli halkın toplam nüfusa oranı oldukça düşük iken geri kalan nüfus büyük oranda Latin Amerika, Asya ve Avrupa ülkelerinden göç eden topluluklardan oluşmaktadır. Amerika bu anlamda “kozmopolit bir milli takım” gibidir; en yetenekli beyinler, en üretken topluluklar yüzyıllar boyunca bu coğrafyada bir araya gelmiştir.

Bu bağlamda göç politikaları, yalnızca sınır kontrolü ya da vatandaşlık statüsü meselesi değil, aynı zamanda Amerika’nın ekonomik modeli, akademik üretim kapasitesi, kültürel yapısı ve teknolojik liderliği ile doğrudan ilişkilidir. Bu politikaların başlıca eyaletlerinden biri ise hiç kuşkusuz ‘Kaliforniya’dır. San Francisco, San Diego ve Los Angeles gibi şehirleri bünyesinde barındıran Kaliforniya, sadece nüfus açısından değil; aynı zamanda Hollywood, Silikon Vadisi ve küresel medya ve bilişim gücü açısından da Amerika’nın kalbi konumundadır. Dolayısıyla Kaliforniya’da yaşanan bir kriz, yalnızca bölgesel bir sorun değil; küresel etkileri olan bir dönüşümün de işaretidir.

2025 yılının Haziran ayında yaşanan Kaliforniya merkezli gelişmeler, tam da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Trump yönetiminin, özellikle Los Angeles’taki mezuniyet törenlerine yapılan baskınlar ve Latin Amerika kökenli (Hispanik) göçmenlere yönelik kitlesel gözaltılar aracılığıyla yürüttüğü müdahale, Amerikan federalizmi açısından tarihsel bir kırılmaya işaret etmektedir.

 

Göç ve Amerikan Kimliği

Göçmenlik, Amerikan kimliğinin tarihsel olarak inşa edildiği en temel zeminlerden biridir. 19. yüzyılın sonundan itibaren Avrupa’dan gelen göçmenler ile başlayan süreç, 20. yüzyılda Asya ve Latin Amerika’dan gelen göçlerle çok katmanlı bir hale gelmiştir. Bu göç dalgaları, Amerika’nın işgücü piyasasından yüksek öğrenim sistemine, kültür endüstrisinden teknoloji sektörüne kadar her alanda belirleyici olmuştur. Dolayısıyla göçmenlik yalnızca demografik değil; aynı zamanda ekonomik ve ideolojik bir altyapı sunmaktadır.

Amerika’nın Kaliforniya gibi eyaletleri, bu göçmen dalgalarının en yoğun hissedildiği bölgelerden biridir. Kaliforniya, hem “yüksek vasıflı beyin göçü”nün hem de “güvencesiz emek göçü”nün kesiştiği bir mekansal düğüm noktasıdır. Silikon Vadisi’nde binlerce göçmen mühendis istihdam edilmekte; Hollywood’da Latin Amerika kökenli yüzlerce aktör ve emekçi çalışmaktadır. Bu durum, Kaliforniya’yı göç politikalarının ve tartışmalarının doğal sahnesine dönüştürmektedir.

Donald Trump’ın siyasi kariyeri boyunca göçmen karşıtlığı, onun popülist tabanı konsolide etme stratejisinin merkezinde yer almıştır. 2016’da Meksika sınırına duvar örme vaadiyle başlayan süreç, 2025’te bu politikanın kurumsal şiddet biçimleriyle uygulamaya geçirilmesiyle yeni bir evreye ulaşmıştır. Trump, “göçmen karşıtı güvenlik devleti” inşasını, yürütme erkinin gücünü artırmak için araçsallaştırmıştır. 2025

Haziran’ında Los Angeles’ta mezuniyet törenine katılan Latin kökenli öğrenci velilerinin gözaltına alınması, Trump yönetiminin, sivil alanı güvenlik alanı ilan etme eğiliminin somut örneğidir. Üstelik bu operasyonlar, eyalet yönetiminin rızası ve bilgisi olmaksızın yürütülmüş, Kaliforniya Ulusal Muhafızları doğrudan Title 10 yetkisi çerçevesinde federal ordu komutasına alınmıştır. Bu müdahale, federal yapının eyalet yetkilerini bypass eden bir modelle yeniden tanımlandığını göstermektedir.

 

Title 10 ve Hukuki Kriz

Title 10, ABD federal yasaları çerçevesinde askeri kuvvetlerin kullanımını düzenleyen bir yetki metnidir. Normal koşullarda yalnızca dış tehdit veya afet gibi durumlarda yürürlüğe konulabilecek bu düzenleme, 2025 Kaliforniya müdahalesinde doğrudan iç siyasal muhalefeti bastırma aracı olarak kullanılmıştır. Trump’ın bu yetkiyi genişleterek yorumlaması, “ulusal güvenlik” gerekçesiyle eyalet yönetiminin tüm inisiyatifini ortadan kaldırmıştır. Federal müdahalenin yargı denetimine açık olmaması, demokratik gerilimleri de artırmıştır.

Kaliforniya’nın zengin ve karizmatik valisi -aslında eyalet cumhurbaşkanı- Gavin Christopher Newsom, söz konusu müdahaleyi anayasaya aykırı bularak Yüksek Mahkeme’ye başvurmuş; sivil toplum kuruluşları ise kitlesel protestolar düzenlemiştir. Los Angeles, San Francisco ve Sacramento başta olmak üzere pek çok şehirde yüz binlerce kişinin katıldığı gösteriler, Amerika’da federal otoritenin sınırlandırılması talebinin yeniden gündeme taşındığını göstermiştir. Ayrıca medya ve teknoloji sektörünün bu süreçte Kaliforniya lehine kamuoyu oluşturması, eyaletin “demokratik özerklik” pozisyonunu dahi güçlendirecek bir pozisyona evrilmektedir.

 

Trump’ın Retorik Dönüşümü

Donald Trump’ın siyasi söylemi, 2016 seçimlerinden bu yana göçmen karşıtlığı üzerinden şekillenmiştir. “Göçmenler işimizi alıyor, ülkemizi tehdit ediyor” retoriği, sadece bir seçim vaadi değil, aynı zamanda güvenlikçi devlet yaklaşımının da temelini oluşturmuştur. Göçmenlerin alışveriş merkezlerinde, okul mezuniyet törenlerinde hedef alınması ve kimlik kontrolüne tabi tutulmaları, ABD’nin anayasal normlarıyla çelişen bir pratik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Trump döneminde, göçmen polislerinin/yetkililerinin yerel sivil alanlara bu denli müdahalesi, kamu güvenliği kılıfı altında sivil özgürlüklerin daraltılması şeklinde yorumlanmaktadır. Vatandaşlık kanıtlarının/belgelerinin anında sunulmasının zor olması, Hispanik kökenlilere yönelik sistematik ayrımcılığı artırmakta; bu da maalesef etnik profilleme temelli bir kolluk pratiğine dönüşmektedir.

 

Eyalet-Merkez Çatışması

2025 yılında Kaliforniya’da yaşanan olaylar, federal otorite ile eyalet yönetimi arasındaki gerilimin yeni bir eşiğe ulaştığını göstermektedir. Kaliforniya, yaklaşık %40’lık Hispanik nüfusuyla göçmen politikalarından doğrudan etkilenen bir eyalettir. Trump yönetiminin sınır dışı operasyonları, Los Angeles gibi metropollerde sivil yaşamı doğrudan tehdit edecek ölçüde yoğunlaştırılmıştır. Bu kapsamda 44 kişinin bir mezuniyet töreni sırasında alıkonulması, Trump yönetiminin sembolik mekanlarda baskın yaparak kamuoyuna “güç” gösterisi sunma stratejisiyle de ilişkilidir.

Bu gelişmeler üzerine Kaliforniya Valisi Gavin Newsom’un tepkisi, yalnızca siyasal bir pozisyon alış değil, aynı zamanda anayasal hakların savunusu anlamına gelmektedir. Newsom’un, “Trump dahil olana kadar bir sorun yoktu” ifadesi/tweeti, federal müdahalenin meşruiyetini sorgulamakta ve eyaletlerin anayasal güvenceleri açısından hayati bir uyarı niteliği taşımaktadır.

Trump’ın “Title 10” başlıklı federal yasa kapsamında Ulusal Muhafız birliklerini eyalet valisinin izni olmadan kullanma girişimi, en son 1965’te Lyndon B. Johnson tarafından siyah çocukların beyaz okullara girmesinin engellenmesi üzerine kullanılmıştır. Ancak o dönemdeki kullanım, anayasal eşitlik ilkesini koruma amaçlıyken; Trump’ın 2025’teki hamlesi, eyaletin göçmenleri koruma refleksine karşı “cezalandırıcı” bir araç halini almıştır.

Bu bağlamda federal müdahalenin niteliği değişmiştir: savunucu değil, cezalandırıcı ve merkeziyetçi bir strateji söz konusudur. Trump’ın Ulusal Muhafız güçlerini sokağa indirerek eyalet yönetimini bypass etmesi, Amerikan federalizminin temel dayanaklarından olan “eyalet hakları” (states’ rights) prensibini açıkça zedelemektedir.

Demokrat Parti temsilcileri, Trump’ın göç politikalarını sadece güvenlik eksenli bir uygulama olarak değil, aynı zamanda siyasal bir mühendislik faaliyeti olarak değerlendirmektedir. Buna göre Trump, toplu sınır dışı operasyonları aracılığıyla halkın tepkisini provoke etmekte, ardından bu tepkiyi bastırmak için federal otoritesini genişletmektedir. Bu yöntem, klasik bir “otoriterleşme döngüsü”nü andırmaktadır: Krizi yarat, kaosun sorumluluğunu eyalete yükle, ardından olağanüstü yetkileri devreye sok…

Bu stratejinin en çarpıcı sonucu ise, federal hükümetin Amerikan siyasi sisteminde geleneksel olarak denge ve denetim mekanizması işlevi gören eyalet yönetimlerini birer “engel” olarak konumlandırmasıdır. Kaliforniya örneği, bu çatışmanın en somut tezahürü haline gelmiştir.

 

Sonuç: Yeni Bir Federalizm Krizi mi?

ABD’de 2025 itibariyle yaşanan gelişmeler, yalnızca göçmen politikalarına ilişkin değil, aynı zamanda Amerikan federalizminin geleceğine ilişkin ciddi bir kriz işaretidir. Trump’ın sınır dışı uygulamaları, sadece göçmen haklarını değil, aynı zamanda bireysel özgürlükleri, yargı süreçlerini ve eyalet yönetimlerinin özerkliğini tehdit eder niteliktedir.

Eğer bu süreç Trump’ın başkanlık dönemi hamleleriyle kurumsallaşırsa, ABD tarihinin bir dönüm noktasına tanıklık ediyor olabiliriz: federal otoritenin, olağanüstü hal yasaları ve güvenlik gerekçeleriyle sistematik biçimde eyalet yetkilerini gasbettiği, yeni bir “merkezileşmiş cumhuriyet” modeli ortaya çıkabilir. Bu, Amerikan demokrasisinin temel ilkeleriyle açık bir çelişki oluşturacak, uluslararası kamuoyunda da ciddi tartışmalara yol açacaktır.

2025 Kaliforniya krizi, Amerikan federal yapısının yalnızca yönetsel değil, aynı zamanda normatif ve ideolojik boyutlarını da test eden bir dönüm noktasıdır. Trump yönetiminin, göçmen karşıtı söylemleri güvenlik gerekçesiyle araçsallaştırarak, federal otoriteyi genişletme yönündeki stratejisi, Amerikan demokrasisinin temel sütunları olan adem-i merkeziyet, hukuk devleti ve denge-denetim mekanizmalarını zayıflatmaktadır.

Bu kriz, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nde uzun süredir tartışılan “otoriter popülizm” olgusunun nasıl kurumsallaştığını da göstermektedir. Protestoların doğrudan federal askeri güç ile bastırılması, eyalet yönetiminin bypass edilmesi, yürütmenin yasama ve yargı karşısında üstünlük kurma arayışı, otoriter rejimlerin klasik refleksleriyle büyük benzerlik göstermektedir. Title 10’un bu ölçüde geniş kullanımı, askeri yetkinin sınırlarının bulanıklaşmasına neden olmuş; bu da sivil-asker ilişkilerinde tehlikeli bir örnek teşkil etmiştir.

Buna ek olarak, Kaliforniya örneği, Amerika’nın “göçmenler ülkesi” kimliği ile “güvenlik devleti” paradigması arasındaki çatışmanın en görünür sahnesine dönüşmüştür. Mezuniyet törenine katılan bir veli olmanın bile “potansiyel tehdit” olarak görüldüğü bir siyasi atmosferde, bireysel hak ve özgürlüklerin korunmasından söz etmek mümkün değildir. Bu durum, yalnızca göçmen topluluklarını değil, Amerikan toplumunun tamamını etkileyen bir özgürlük krizine dönüşmektedir.

Federalizmin yeniden tanımlandığı bu süreçte, eyaletlerin direnç kapasitesi ve sivil toplumun örgütlülüğü belirleyici olacaktır. Kaliforniya Valisi Gavin Newsom’un yargıya başvurusu ve halkın sokağa çıkarak tepkisini göstermesi, demokratik reflekslerin hala diri olduğunu göstermektedir. Toparlamak gerekirse, 2025 Kaliforniya krizi, Amerika Birleşik Devletleri’nin yalnızca federal yapısı açısından değil, aynı zamanda demokratik normları, hukuk devleti ilkeleri ve siyasal meşruiyet zemini açısından ciddi bir stres testi olmuştur. Göç politikaları üzerinden geliştirilen popülist söylemler, sadece etnik kimlikler arasında bir çatışma yaratmakla kalmamış; aynı zamanda federal yapı içerisinde merkezi iktidarın otoriter eğilimlerini kurumsallaştırmasının da önünü açmıştır.

Trump yönetiminin Title 10 yetkisini geniş yorumlayarak federal askeri gücü iç güvenlik aracı haline getirmesi, klasik sivil-asker dengesi açısından da bir kırılma yaratmıştır. Mezuniyet töreni gibi sembolik ve barışçıl kamusal etkinliklerin kriminalize edilmesi, “güvenlik devleti” paradigmasının toplum üzerindeki tahakkümünü artırmıştır. Bu durum, göçmenlerin ötekileştirilmesinin ötesinde, genel olarak sivil özgürlüklerin baskılanması anlamına gelmektedir.

Ancak bu süreçte Kaliforniya eyaletinin gösterdiği direniş, Amerikan federalizminin hala canlı reflekslere sahip olduğunu göstermektedir. Valilik, belediyeler, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları eliyle yürütülen bu karşı strateji, “demokratik federalizm”in yeniden inşası için bir umut kaynağı olabilir. Krizin çözümü yalnızca hukuki yollarla değil, aynı zamanda kamusal tartışma, akademik katkı ve ulusal düzeyde yürütülecek anayasal reformlarla mümkün olacaktır.

Sonuç olarak, 2025 Kaliforniya krizi, bir göçmen politikası meselesi değil; Amerikan siyasal sisteminin geleceği açısından belirleyici bir dönemeçtir. Federalizmin sınırları, otoriter eğilimlerin kapasitesi ve demokratik direnişin gücü bu kriz aracılığıyla yeniden tanımlanacaktır. Bu nedenle, hem akademik hem de siyasal düzeyde derinlemesine analiz edilmeyi hak eden tarihsel bir eşiğe tanıklık etmekteyiz. Bu bağlamda, 2025 krizi, yalnızca bir göçmen sorunu değil; Amerikan demokrasisinin geleceği açısından bir alarm zili olarak değerlendirilmelidir. Göç politikaları üzerinden geliştirilen otoriter merkezileşme eğilimi, yalnızca bir yönetim tercihi değil; sistemsel bir tehdit olarak ele alınmalı ve gerek akademik gerekse siyasal düzeyde derinlikli biçimde analiz edilmelidir.

Ramazan Selçuk
Ramazan Selçuk
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Çeşitli vakıf ve derneklerin gençlik yapılanmalarında aktif görev aldı. Finlandiya ve Romanya’da Avrupa Birliği destekli projelerde gönüllü olarak çalıştı. 2020-2023 yılları arasında siyasi faaliyetlerde bulundu. Uluslararası ilişkiler, diplomasi ve iletişim stratejilerine ilgi duyan Selçuk, evlidir. Halihazırda dış politika danışmanlığı yapmaktadır.

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar

Şapel ve Duman: Papalık Seçiminin Kültürel Okuması

Katolik Kilisesi, sadece dünyanın en yaygın dini inanç sistemlerinden biri değil; aynı zamanda kültürel, siyasi ve tarihsel bakımdan...

Sempozyumun Bir Dinleyici Gözünden Değerlendirilmesi

“Herkes benim düşünceme katılırsa, yanılmış olmaktan korkarım.” -Oscar Wilde “Ayrışmadan Uzlaşmaya: Demokrasiyi Yaşatmak ve Güçlendirmek” Sempozyumu’nun Bir Dinleyici Gözünden Değerlendirilmesi...