Kürt Sorununun Temelleri (1): Osmanlı Dönemi

16. yüzyılın başında, Safevilerin Kürtlerin yaşadığı coğrafyaya girmesiyle beraber Kürtlerin alacağı tavır büyük önem kazandı. Yani Kürt emirlikleri, Osmanlı ve Safeviler arasında devam eden Orta Doğu’daki egemenlik mücadelesinde alacakları tavırla önemli bir aktör haline geldiler. Safeviler, 1507’de Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın büyük bir bölümünü ele geçirdiler. Bölgede Safevilerin egemenlik kurmasıyla beraber buradaki Kürt emirlikleri Şah İsmail’e bağlılıklarını bildirdiler. Ardından 1509’da Şah İsmail, Kürt emirlerini bugün Batı Azerbaycan’da bulunan Hoy’a davet etti. Şah İsmail, bu davete icabet eden Kürt mirlerini tutuklattı ve tutuklattığı Kürt Mirlerinin yerine de vali atadı. 

Bunun sonucunda 1514’te Safeviler ile Osmanlıların Çaldıran’da karşı karşıya geldikleri anda Kürt Mirlerinin çok büyük bir bölümü, Safevilerin kendilerine egemenlik alanı bırakmamasından kaynaklı olarak Osmanlı’nın yanında saf tuttular. Savaşın ardından ise İdris-i Bitlisi, Bıyıklı Mehmet Paşa’yla birlikte Kürt Mirlerine İran’a karşı Osmanlı’nın yanında yer almaları durumunda haklarını tanımayı vadetti. Kürt Mirlerinin büyük bir bölümünün bunu ve dolayısıyla Osmanlı egemenliğini kabul etmelerinin ardından Osmanlı, Diyarbakır, Van ve Bağdat olmak üzere bölgeyi üç eyalete ayırırken üç de farklı idari birim oluşturdu: 

  1. Sayısı çok az olmakla beraber doğrudan devlete bağlı sancaklar 
  2. Yurtluk ocaklık sancakları
  3. Kürt hükümetleri

Özetle, Çaldıran Savaşı’ndan sonra Kürtler ve Osmanlı arasında Osmanlı ve İran sınırında Kürtlerin bir tampon bölge oluşturması karşılığında onların hakimiyet alanlarının ve haklarının devlet tarafından tanınmasını içeren zımni bir sözleşme yapıldı. Yavuz Sultan Selim döneminde başlayan bu politika ve ilişkiler, gel-gitli ve dönem dönem gerilimli olsa da 19. yüzyıla kadar büyük ölçüde sürdü. 

Peki, 19. yüzyılda ne oldu?  Avrupa’da güçlü merkezi devletler ortaya çıktı. Osmanlı da savaş mağlubiyetlerinin etkisiyle güçlü bir merkezi devlet, güçlü ve modern bir ordu kurmadan bu güçlerle mücadele etmesinin mümkün olmadığını idrak etti. Peki, merkezi devlet ne demekti? Merkezi bir vergi sistemi, ulusal bir ordu, zorunlu askerlik ve merkezi vergilendirme… Yani gücün ve kaynakların tek merkezde toplanması…

Anlaşılacağı üzere, böyle bir anlayış ve sistem değişikliği Kürt hükümetlerini ortadan kaldırmak anlamına geliyor ve bu da şüphesiz Kürt Mirlerinin çıkarları ve ayrıcalıklarıyla çatışıyordu. Dolayısıyla 1817-1882 arası Osmanlı ve Kürtler arasında bir müzakere ve çatışma dönemi oldu. Özellikle Osmanlı’nın Yunan İsyanı, Kavalalı Mehmet Ali İsyanı ve Rus Savaşları gibi büyük sorunlarla uğraştığı bir dönemde Bedirhan’ın ortaya çıkması ve bölgede kayda değer bir güç toplaması, Osmanlı’nın bölgeye çok büyük bir sefer düzenlemesine sebep oldu. 1847’de düzenlenen bu seferle beraber son Kürt Mirliği de ortadan kalktı. Bu durum, Osmanlı’da “Kürdistan’ın yeniden fethi” olarak adlandırıldı. Öyle ki, bu sefere katılanlara, bugün Arkeoloji Müzesi’nin sikkeler bölümünde de bir örneği sergilenen, “Kürdistan Madalyası” dahi verildi.

1847’de merkezden atanacak bir valinin idaresi altında hem düzenli vergi toplanacağı hem de erkeklerin düzenli askere alınacağı düşüncesiyle bölgenin eski yönetim biçimi tasfiye edilip, yerine Kürdistan Eyaleti kuruldu. 1847-1867 arasında varlığını sürdüren bu eyalet sistemi istikrar getirmedi, aksine bölgede kaos hakim oldu. Bunun nedeni, daha önce aşiretler arasında çıkan çatışmaları çözen Mirlerin ortadan kaldırılması ve atanan valilerin Kürtler hakkında yeterli bilgiye sahip olmamasıydı. Yani bir güç boşluğu doğmuş, bunun sonucunda da aşiretler arasında sonu gelmeyen çatışmalar başlamıştı.

Aşiretler arasındaki çatışmalar ve bunun yarattığı Kürtler arası kutuplaşma, “milliyetçilik çağı” olan bu çağda Kürtlerin bağımsız bir devlet kuramamasının da en önemli nedenlerinden biridir. Mirlerin ortadan kaldırılmasının sonucunda doğan otorite boşluğu ise Nakşibendi Şeyhleri tarafından dolduruldu. Hindistan’da eğitim alıp Nakşibendi olan Halid el-Bağdadi’nin 1810’lardan itibaren bölgede zaten yaydığı Nakşibendilik için bu tarihten itibaren son derece uygun bir ortam doğdu.

İşte bundan sonra çıkacak iki büyük Kürt isyanına, 1880 Şeyh Ubeydullah ve 1925 Şeyh Said İsyanlarına Nakşibendi şeyhlerinin liderlik etmesinin sebebi de bu güç ikamesiydi. Artık Nakşilikle iç içe geçen bir Kürt milliyetçiliğinden söz etmek mümkündü. Nitekim Britanya’nın Tahran’daki diplomatlarından Mr. Thomson şöyle diyordu: 

“Şeyh en son İran sınırındaki Kürt liderlere yaptığı açıklamalar ve gönderdiği elçilerle amacını, Kürt halkının Türkiye ve İran’a olan sadakatini engellemek olarak ifade ediyor. Kendi liderliğinde otonom bir devlet kurmak ve bu amaçla İran’a karşı bir savaşta bütün Kürt aşiretlerini tedip ya da ikna yoluyla birleştirmek için çaba sarf ediyor.”  

Ancak Şeyh Ubeydullah İsyanı esnasında 19. yüzyıl boyunca gerçekleşmeyen bir şey gerçekleşti: İran, Osmanlı, İngiltere ve Rusya bir araya gelerek isyanı bastırdılar ve böylece bölgede bir Kürt devletinin kurularak statükonun bozulmasının önüne geçtiler. İsyanın ardından Van Valisiyle görüşmek ve anlaşmak için Van’a giden Ubeydullah, halk tarafından görkemli törenlerle karşılandı. Ubeydullah, adeta Kürtlerin önderi haline gelmişti. Jwaideh, bu durumun Osmanlı’yı ona karşı neden dostane davranmaya ittiğini şöyle açıklar: 

“Görünen o ki hükümet bu kutsal ve güçlü kişiyi cezalandırmaktan çekindi ve değerli hizmetlerinden yararlanmayı umduğu potansiyel bir müttefik olarak gördü.”  

Bu stratejik yaklaşımın nedeni açıktı: 93 Harbi’nin ardından Osmanlı’nın nüfusu Müslümanlar lehine dönüşmesi ve Balkanlardaki varlığını büyük ölçüde kaybeden Osmanlı için Müslüman bir unsur olan Kürtlerin daha büyük bir önem kazanması. İmparatorluğun demografik olarak Müslümanlar, coğrafi olarak da Anadolu ve Arap Yarımadasını içine alan Müslüman coğrafya lehine dönüşmesi, Sultan II. Abdülhamid’in Osmanlıcılık politikasının yerine İslamcılık politikasına yaslanması sonucunu doğurdu. Bu politikanın ise iki ana muhatabı vardı: Kürtler ve Araplar. Dolayısıyla Abdülhamid, Kürtlerle yaklaşık 60 yıl süren çatışma durumunu sona erdirme çabası içine girdi. İslamcılığın Nakşibendi şeyhleriyle uzlaşmak için son derece konforlu bir politika olduğu açıktı.

Bu dönem Abdülhamid’i tedirgin eden bir diğer konu da Rusların bölgeyle ilgilenmeye başladığına ve aşiretleri kışkırttığına dair raporlardı. Son olarak, 93 Harbi’nin ardından imzalanan Berlin Antlaşması’nın 61. Maddesinden kaynaklı olarak Osmanlı devlet ricalinin bölgenin Ermenilere peşkeş çekileceğine dair korkusu da vardı. Islahatı öngören bu madde, Osmanlı’nın Karadağ’da ıslahatla başlayıp bağımsızlıkla sonuçlanan hafızasını diriltti ve raporlara “Anadolu’nun Karadağlaşması” biçiminde girdi. Dolayısıyla Kürtler, Ermenilerin olası bir ayaklanma başlatması durumunda onları ivedilikle durduracak güç olarak da önem kazandı. 

Bu düşüncelerin birleşim noktasından doğan proje ise 1891’de kurulan Hamidiye Alayları oldu. Başka bir ifadeyle, Hamidiye Alaylarının çatışmacı Kürt aşiretlerini devletin kontrolü altına almak, Ruslara karşı Kürtleri kendi yanına çekmek ve bölgede çıkabilecek bir Ermeni isyanı karşısında Kürt aşiretlerini silahlandırmak gibi üç temel amacı vardı. Sonuçta II. Abdülhamid, 60’tan fazla Sünni ve hatta Nakşibendi Kürt aşiretleriyle yeni bir zımni sözleşme yaparak bu üç amaç doğrultusunda 50 bin kişiye varan bir silahlı güç edindi. 

Şüphesiz, Nakşibendi Şeyhleriyle İslam Halifesi arasında yapılan bu zımni sözleşmenin temelinde de İslam Birliği iddiası yatıyordu. 1909’da Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin ardından ortaya çıkan yeni durumda da Hamidiye Alayları projesi sürdü. Bunun anlamı, Abdülhamid’in Kürt aşiretleriyle yaptığı zımni sözleşmenin devam edeceğiydi. 

Bu dönemde İstanbul’da oluşan bir Kürt entelijansiyasının da Kürtçe yayın yaparak çeşitli örgütlenme arayışları içine girdiklerini belirtmek gerekir. Birinci Dünya Savaşı’na gelindiğinde ise hem İstanbul’daki Kürt entelijansiyası hem de Kürt aşiretleri Osmanlı’nın yanında saf tuttular. Ancak savaşın sonunda durum değişmeye başladı. Dünya Savaşı yıllarında özerklikten fazlasını isteyen Kürt aydınına rastlamak hemen hemen mümkün değilken, Osmanlı’nın yıkılmasının ilanı anlamına gelen savaşın ardından ise, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı tartışmalarının da etkisiyle, bu talepler ortaya çıkmaya başladı. 

Bu amaçla 1918’de Kürdistan Teali Cemiyeti kuruldu. Ancak bu cemiyet içinde kısa sürede özerklik ve bağımsızlık isteyenler arasında bir mücadele doğdu. Bu mücadele sonucunda cemiyet ikiye bölündü. Nitekim, dönemin İngiliz belgeleri de Kürtlerin bu bölünmüş yapısının onlarla anlaşmayı zorlaştırdığına dikkat çeker. Bölgede ise özellikle 1919 tarihli Paris Barış Antlaşması’nda Güneydoğu’da Büyük Ermenistan’ın kurulacağına dair bir karara varılmasından kaynaklı olarak ciddi bir kaygı hakimdi. 

Bu ortamda, “İslam Milletini” Millî Mücadele’ye çağıran Mustafa Kemal Paşa’nın çağrısı, Kürtler tarafından en ideal çıkış olarak algılandı. Dolayısıyla Dersimli Koçgiri aşireti hariç hemen hemen tüm aşiretler ve entelektüeller Millî Mücadelede Mustafa Kemal Paşa’nın yanında saf tuttu. Öyle ki sonraları Şeyh Said isyanının liderlerinden olan Cibranlı Halid de Millî Mücadele’ye katıldı. 

Bu durum, yani Millî Mücadele’ye katılanların sonrasında yeni kurulan devlete karşı isyan başlatmaları bizim “neden?” sorusunu sormamızı gerektirir. Bu sorunun cevabı, Cumhuriyetin kuruluşundan 27 Mayıs’a kadar olan dönemi inceleyeceğim ikinci yazının konularından biri olacak.

Okuma Önerileri 

Erdal Çiftçi vd. (Haz.), Osmanlı Devleti’nde Yurtluk-Ocaklık ve Hükümet Sancakları, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2022. 

Naci Kutlay, İttihat ve Terakki ve Kürtler, Dipnot Yayınları, Ankara, 2015. 

Sinan Hakan, Kürtler ve Kürt Direnişleri: 1817-1867 (Osmanlı Arşiv Belgelerinde), Doz Yayınları, İstanbul, 2011.


  1. Buralarda Müslümanlardan vergileri Mirler toplarken, gayrimüslimlerden ise vergileri devlet toplar. 
  2. Devlet buralara karışmaz. Vergileri hükümetin başındaki Mir alır, kendi parasını basar, kendi ordusunu kurar ve soydan geçer. Toplamda 10 kadar Kürt hükümeti vardır. 
  3.  Wadie Jwaideh, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016, s. 166.
  4. Wadie Jwaideh, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016, s. 183.
  5. “Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan vilayetlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkes ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir.”

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar