Sultan Galiyev: 1917 Bolşevik Devrimi’nin Türk İkonu

1917 Bolşevik Devrimi, şüphesiz tarihin en büyük devrimleri arasında; hatta 1789 Fransız Devrimi’nin ardından en fazla sınır aşan tesire sahip, sadece politik ve ekonomik sahada değil, kültürel alanda da büyük bir zihniyet devrimi yapabilmiş, modern toplumları güçlü şekilde etkileyebilmiş bir halk hareketi. Bu hareketin Lenin, Stalin, Troçki gibi üst düzey önderleri ve devrimci kadroları, kendilerinden sonraki kuşaklar için de rol model olmayı sürdürüyor. Ancak bu üçlü düzeyinde olmasa da Devrim yıllarında bambaşka bir teorisyen ve devrimci figür daha var ki bugünlerde çeşitli milliyetçi ve sosyalist çevrelerde yeniden keşfedilip mercek altına alınıyor.

Türk Dünyası’nın yetiştirdiği büyük fikir ve aksiyon adamı Mir Said Sultan Galiyev’den bahsediyorum.

Bu yazıda Sultan Galiyev’in hayatını, mücadelesini, Sovyet devleti ve Lenin, Stalin, Troçki gibi önderlerle münasebetlerini, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin fikri ve siyasi önderleriyle ilişkilerini, eski Rus Çarlığı bakiyesi Türk halklarıyla münasebetlerini Rinat Muhammediyev’in belgesel-romanı Sırat Köprüsü’nde takip ettiği ana hatlar üzerinden ele alacağım.

Rinat Muhammediyev’in Sultan Galiyev biyografisi
Muhammediyev, Tataristan Yazarlar Birliği başkanlığını yürüten, Rusya’daki Türkçü aydınlardan biri; bu yönüyle Sultan Galiyev’le aynı etnik ve toplumsal tabana sahip bir isim. Sırat Köprüsü’nü de 1986-1992 yılları arasında kaleme aldı. Bu tarih dilimi özellikle önemli; zira Stalin döneminde idam edilen Sultan Galiyev’in yeniden gün yüzüne çıkmasına vesile olan bu önemli romanın nasıl bir tarihsel ve toplumsal konjonktürde ortaya çıktığını tahlil etmek bu yönüyle de üzerinde durulmayı hak ediyor.

Sovyetler Birliği’nin son döneminde Mihail Gorbaçov’un 1985’te uygulamaya konulan Glasnost ve Perestroyka adı verilen reform politikalarıyla amaçlanan açıklık ve yeniden yapılanma yaklaşımı, Stalin döneminden itibaren bir “halklar hapishanesi”ne dönüşen SSCB’de politik eleştirilerin yüksek sesle yapılabildiği ve sınırların aşılmaya başlandığı yeni bir dönemin kapılarını açtı. Bu yıllarda, bilhassa önceki onyıllar boyunca baskı altında tutulan milli meseleler daha fazla konuşulup tartışılmaya başlandı ki nihayetinde Sovyetler Birliği etnik ve milli cumhuriyetler temelinde bölündü.

Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleri bu süreçte bağımsızlıklarına kavuşurken, Rusya Federasyonu içinde kalan otonom cumhuriyetlerin bir kısmında da politik huzursuzluklar ve ayrılıkçı talepler güçlenmişti. Cevher Dudayev liderliğindeki Çeçenistan’ın, sonradan silahlı isyana dönüşen ayrılıkçı hareketi, bilhassa Tataristan gibi tarihsel ehemmiyete sahip ve ekonomik açıdan güçlü bir cumhuriyette “müstakillik ve egemenlik” taleplerinin yükselmesiyle Rusya Federasyonu’nu zor bir ikilemle karşı karşıya bıraktı.

Türkçü çizgideki Tatar aydınlardan Muhammediyev, Gorbaçov’un bu açıklık döneminde yazmaya başladığı ve KGB arşivlerinde araştırma yaparak zenginleştirdiği biyografisinde, Tatarların milliyetçi uyanışına tarihten dayanaklar bulmaya yöneldikleri bu yıllarda, Sultan Galiyev’in sosyalist-milliyetçi ve üçüncü dünyacı tezleriyle bu arayışlara katkıda bulundu. Bu açıdan Muhammediyev’in Sırat Köprüsü romanı, sadece bir biyografi değil, Tatar (ve Başkurt) halkına politik perspektif sunabilecek bir dönemde ve bu bilinçle 1993’te ilk kez okuyucuya ulaştırıldı.

Mücadele içinde geçmiş bir hayat: Sultan Galiyev’in Zorlu Yolu
Galiyev, Altın Orda bakiyesi Başkurdistan’ın Tatar nüfuslu şehirlerinden Sterlitamak’ta 1892’de dünyaya geldi. Aynı bölgede yer alan İşembay’da kendisinden iki yıl önce dünyaya gelen, Başkurt halkının büyük ismi Zeki Velidi (Togan) ile yolları sadece doğdukları coğrafyada değil, ilerleyen yılların politik hercümercinde de sık sık kesişecektir. Başkurdistan’da Başkurt, Tatar ve Rusların her birinin toplam nüfusun yaklaşık üçte birini temsil ettiğini göz önünde bulundurunca, Galiyev’in aslen Tatar olmasının garip olmadığı ortaya çıkar.

Dindar bir muhitte büyüdü Mir Said; Ruslarla karışmaktan bilhassa uzak duran, ama Başkurtlarla da zaman zaman çekişmeler yaşayan, kendi içine kapanık halkının, yani Başkurdistan Tatarlarının 19. yüzyıl sonu itibariyle sayısı epey az olan yüksek tahsilli parlak gençlerinden biridir. Pek çok Tatar ve Başkurt’un aksine Rusçayı iyi derecede öğrenmesi, hitabeti, teşkilatçılığı, her adımında kendi halkına ve daha geniş Türk nüfusa dayanması, sosyalist fikirlerin etkisinde olmasına rağmen içinde yetiştiği toplumdan kopmaması, Devrim yıllarının kaotik ortamında hızla yükselip sivrilmesini sağladı.

Stalin, Troçki, Enver Paşa, Mustafa Kemal gibi kendi kuşağının birçok savaş gören, yoksullukla sefaletle genç yaşında ihtiyarlayan ve olgunlaşan, devrimle pişen pek çok genci gibi, Sultan Galiyev de erken yaşlarında büyük sorumluluklar alacaktı. Tüm maddi zorluklara rağmen henüz 15 yaşında komşu Tataristan’ın kadim başkenti Kazan’da Tatar Öğretmen Mektebi’ne kaydolması belki de kaderini değiştirecekti. Bu dönemde Kazan, çevredeki Tatarların da gözünü kamaştıran, felaketlerle dolu 16. yüzyıldan itibaren asırlar süren Çarlık baskısına rağmen kendine özgü kültürünü korumakta direnen, Moskova ve Petersburg kadar olmasa da canlı bir kültür hayatı ve politik mücadeleye sahne olan bir şehirdir. Galiyev’in politik bilinci de ilerleyen yıllarda kaderini şekillendirecek gelişmeler de hep bu Kazan şehrinde yaşanacaktır.

Birkaç sene Tatar köylerinde öğretmenlikle iştigal etti, ardından Kazan ve Bakü gibi şehirlerde gazetecilik yaptı, makaleler yazdı, fikri ve edebi çevrelerin içinde bulundu, çok sayıda eseri Rusça ve Tatarcaya çevirdi. Fakir bir çevreden geliyordu, hayatını bu şekilde kazandı. Bu dönemde, 1910’larda Mehmed Emin Resulzade’nin çıkardığı Açık Söz’de de, Menşeviklerin yayınladığı Bakü gazetesinde de çalıştı. Kısa süre sonra bütün Rusya’yı kökünden sarsacak ihtilalci fikirlerle ve hem Menşevik hem Bolşevik devrimcilerle tanışması Kafkasya’daki bu birkaç yıllık dönemine denk geldi. Nitekim 1917 Şubat Devrimi günlerinde Bakü’deydi.

1917 Devrimi sonrası: Galiyev’in en parlak dönemi
1917 Şubat Devrimi asırlarca Rusya’yı yönetmiş, ama Büyük Savaş’ın getirdiği maliyet ve kendi iç çelişkileriyle toplumsal huzursuzluklarından kurtulamayan Çarlık düzeninin sonunu getirmiş, bu süreçte hem Rusya içindeki hem Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk ve Müslüman halklar yeni bir dünyanın eşiğinde olduklarını farketmişti.

Tüm dengelerin altüst olacağı bu yeni döneme hazırlıksız yakalanmaktan çekinen Türk ve Müslüman halkların temsilcileri Devrim’den sonra oluşan özgürlük ortamında, hemen birkaç hafta içinde, 1 Mayıs 1917’de Moskova’da düzenlenen Bütün Rusya Müslümanları Kongresi’nde bir araya gelir. Rus Çarlığı bakiyesi toprakların hemen her tarafından 800’den fazla delegenin iştirak ettiği Kongre, Kırım’dan Ural’a, Kafkaslardan Türkistan’a uzanan geniş coğrafyada Türk Dünyası’nın yıldızlar geçidi gibidir: Ayaz İshaki, İbrahim Edhemov, Ahmed Salikov, Halil Dusmöhemmedov, Alimerdan Topçubaşı, Fatih Kerimi, İlyas Alkin, Musa Carullah Bigiyev, Zeki Velidi (Togan), Hadi ve Sadri Maksudi (Arsal) kardeşler, Galimcan İbrahimov, Mehmed Emin Resulzade, Alimcan Barudi…

Aynı tarihlerde Kazan’da Rusya Müslümanları Kadınlar Kurultayı toplanmakta, Devrim’e karşı nasıl bir pozisyon alınacağı tartışılmaktadır. Bu kongre aslında bir yönüyle, 1905’teki Meşrutiyet sonrası toplanmaya başlayan Tüm Rusya Müslümanları Kongreleri’nin beşincisi olarak da değerlendirilebilir. Fakat 1917 Mayıs’tan sonra bu ölçekte kongreler toplamak bir daha mümkün olmayacak, daha küçük ve sınırlı toplantılar yapılacak, birkaç sene hatta birkaç ay sonra bile bunlar da artık hayal olacaktır. Ama 1917 Mayıs’taki beklentiler, umutlar, idealler çok büyüktür, 1923-24’lerin baskı ve tarassut iklimine henüz epey zaman vardır.

Kongrenin yürütme komitesi sekreterliği görevine getirilen Sultan Galiyev, kongredeki tartışmalarda yaşça geride durmasına rağmen aktif ve girişken bir teşkilatçı olarak Bolşeviklerle birlikte hareket edilmesini savunur, Lenin’e sıkça atıflarda bulunur, Türk ve Müslümanların menfaatlerinin bir bütün halinde temsil edilmesi ama herhâlükârda Devrimci güçlerin içinde olunması gerektiğini savunan sol kanat içinde yer alır. Galiyev siyasi hayatında bilhassa Türk ve Müslümanların milliyetçi-muhafazakâr kanadının hep solunda kaldı, ancak daha radikal Bolşevik ihtilalci kanadın ise sağında algılandı. Hâlbuki inanmış bir devrimciydi, şartlara göre makul olan yolu tutan, bütünlük içinde hareket etmeye önem veren bir fikir ve eylem adamıydı. Buna rağmen bu sol-sağ ayrımı ömrünün ilerleyen safhalarında (bizzat Stalin’in kişisel takıntısıyla) sıkça karşısına çıkacak ve nihayetinde hayatına mal olacaktır.

Savaşçı, teşkilatçı, enternasyonalist ve milliyetçi
Kongre sonrası yıllarda Sultan Galiyev’in üç temel uğraş alanı ve hayatını etkileyecek sancılı gelişmeler ortaya çıkar.

a) Savaşçı ve Teşkilatçı: Devrim sonrası kaos yıllarında iç savaşta cephede bizzat savaşır ve “parti üyesi” adanmış bir komünist olarak, Beyaz Ordu’ya karşı Devrim’i savunur Sultan Galiyev. Mayıs 1917 Kongresi’nden sonra Kazan’a geçen Galiyev, burada Tatarların meşhur devrimci önderi ve iç savaş sırasında Kazan’da Beyaz Ordu unsurları (Çekoslovak Lejyonu) tarafından öldürülecek olan Molla Nur Vahidov’un liderliğini yaptığı Müslüman Sosyalist Komitesi’ne katılır. Bu dönemde Galiyev’in asıl önceliği kendi memleketi Tataristan ve Başkurdistan’da Beyaz Ordu yanlısı birliklerin etkisinin kırılması, Tatarların komünist ihtilal saflarına katılmalarının sağlanması, bilhassa stratejik ehemmiyete sahip Kazan’da Devrim’in taban kazanmasının temin edilmesidir. Bunun için yeri gelir fabrika işçileri arasında parti faaliyetiyle meşgul olur, yeri gelir Tatar milliyetçisi komutan ve askerleri teskin etmeye uğraşır, yeri gelir yazı ve konuşmalarıyla sürece katkı sunmaya çalışır, yeri gelir Kazan’daki Rus devrimcilerle parti içinde karşı karşıya gelir ve tartışır. Ama daima parti içinde kalır, Tatarları ezdirmemeye, güçlerini zaafa uğratmamaya gayret eder, ancak her şeyden önce inanmış bir Komünist’tir Galiyev.

b) Enternasyonalist ve Halk Komiseri: Bir yandan da komünistlerin ülke içindeki hızlı güç konsolidasyonuna paralel olarak, parti içinde hızla yükselir ve Moskova’da Sovyet Milliyetler Komitesi’nin ikinci sekreteri olur. Bu sırada örgütün resmî yayın organı Jizn-natsionalnostey’in editörlüğünü de yapmaya başlar. Galiyev, Komünist Parti içindeki bu yükselişinde Lenin ve Stalin’in desteğini kazanır, bilhassa Stalin’le çok yakın çalışır, ancak fikri açıdan Lenin’e daha yakın durur. Aynı yıllarda Molla Nur Vahidov da Moskova’da hızla yükselmekteydi, 1918’de Narkomnats Merkez Müslüman Komiseri olarak Türk-Müslüman halkların kaderi üzerinde belirleyici konuma ulaşmıştı. Vahidov’un Ağustos 1918’de iç savaş sırasında öldürülmesinin ardından Galiyev, Müslüman İşleri Halk Komiseri olarak atandı ve doğrudan Stalin’in yardımcısı pozisyonunda çalışmaya başladı. Ancak iç savaştaki rolüyle, bir yandan da Merkezî Müslüman Askerî Kurulu Başkanı sıfatıyla Troçki’nin yardımcısı kabul ediliyordu. Ayrıca Şark Komünist örgütlerinin Merkez Komitesi üyesiydi.

Bir taraftan da Moskova’da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde hocalık yapmakta olan Galiyev, hayatındaki en yoğun ve hareketli dönemi yaşamaktadır. Yusuf Akçura ve Sadri Maksudi gibi Rusya’dan kaçarak Türkiye’ye sığınan Tatar aydınlarla teması kesmeyen Galiyev, Ziya Gökalp ile de muhabere içindedir ve bu aydınlarla olan kişisel bağları üzerinden Türkiye’de yeni şekillenmekte olan anti-emperyalist ve işgal karşıtı mücadeleye Bolşevik bir devrimci ruh üfleme hayali kurmaktadır. Ancak ne Türkiye’de Mustafa Kemal ve çevresindekilerin buna niyeti vardır, ne de Stalin başta olmak üzere dış halklar ve ülkelerle ilişki kurulmasına soğuk bakan Sovyet liderlerin bu tür temaslara müsaadesi sözkonusudur. Tüm temaslarını gizli yürütür, güvendiği veya güvendiğini sandığı isimler üzerinden bu ilişkileri sürdürmeye devam eder. Gençliğinden itibaren yakın dost olduğu Zeki Velidi (Togan) ile “Başkurt muhtariyeti mi yoksa Tatar-Başkurt cumhuriyeti mi olmalı” meselesinde ayrışsalar da ilişkileri hep sıcak olmuş, Stalin ve istihbaratın sorgularında hep Türkiye’ye sığınmış Zeki Velidi ile ilişkileri ve Moskova’daki Türk elçiliğine ajanlık üzerinden suçlamalara muhatap olmuştur.

Devrim sonrası bu ilk yıllarda inanmış bir komünist ve adanmış bir devrimcidir Sultan Galiyev. 1918-19-20 yıllarında hem Kazan’da hem Moskova’da el üstünde tutulmaktadır ama bu ikbalin idbara dönüşmesi çok uzun sürmeyecektir.

c) Milliyetçi ve Türkçü Sosyalizm: Galiyev’in Sovyet liderliğiyle sıkıntılı ilişkileri zannedildiğinin aksine sadece Stalin’le sınırlı değildi. Bizzat Lenin’le ikili düzeyde iyi ilişkileri olmakla birlikte, bilhassa milli meselelerde derin bir anlaşmazlık içindeydi. Henüz Mart 1918 gibi erken bir tarihte Narkomnats tarafından Tatar ve Başkurtların Tatar-Başkurt Sovyet Cumhuriyeti çatısı altında birleştirilmesi kabul edilmişti. Galiyev, kendi çocuğu gibi olan bu projeye büyük önem veriyor, Tatar ve Başkurtlarla birlikte diğer Türk ve Müslüman halkların Devrimci düzlemde tutulabilmesi için bunu şart görüyordu. Lenin, Stalin ve Sovyet idaresi de iç savaşın bu en yoğun döneminde böylesi bir adımın atılmasının sağlayacağı stratejik avantajı takdir etti ve geçici de olsa bunu benimser göründü. Ancak savaşın kızışan şartlarında bu proje hiçbir zaman hayata geçirilemedi. 50 bine yaklaşan nüfusuyla Müslümanların Kızıl Ordu birlikleri İdil-Ural boyunda çok büyük bir güçtü ve Sultan Galiyev’in tesiri ve komutası altındaydı; böylesi büyük bir gücü böylesi nazik bir zamanda karşısına almak Lenin-Stalin-Troçki üçlüsünün en son isteyeceği şeydi.

Savaşın yükü hafifleyip de Bolşeviklerin durumu sağlamlaşınca, 1919-20 yıllarında Tatar, Başkurt, Çuvaş, Mari ve Udmurt halklarından oluşan ve Tatarların lokomotifi olacağı bir İdil-Ural Cumhuriyeti kurmayı hedefleyen Galiyev’in ikinci projesi de Lenin tarafından şovenist eğilimler taşıdığı gerekçesiyle reddedilir. Bilhassa III. Kongre’de Bolşeviklerle açıktan münakaşaya girişmesi ve “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” argümanıyla projelerini Leninist tezlerle savunma girişimi, şimşekleri üzerine çeker. Proleter Diktatorya, bu tür milliyetçi eğilimlere sıcak bakmıyordu ve böylesi ayrılıkçı girişimleri zamanı gelince ezilmesi gereken zararlı sağ-sapmalar olarak kodlamaktaydı.

Galiyev’in aklında ise daha büyük bir proje vardı, Rus tebaası olan tüm Türk ve Müslüman halkları bir araya getirecek devasa bir cumhuriyet kurmak ve bu ilk adımdan sonra adım adım bu fikri hayata geçirmek. Böylece Sovyetlerin tek büyük devletinin şemsiyesi altında Türk-Müslüman halklar kurucu bir cumhuriyete dönüşecekti. Böylece daha sonra Rusya-Belarus-Ukrayna-Kafkasya Federasyonu dörtlüsünün Sovyetlerinin kurucu ortak olacağı birlik içinde beşinci bir kurucu unsur olarak Türk-Müslüman birliğinin de olmasını hedefliyordu.

Bu fikri endişe kaynağı olarak görülen Sultan Galiyev, Aralık 1922’deki X. Kongre’de Sovyetler Birliği’nin kuruluşu ilan edilirken Stalin’in yüzüne şunu söylemekten çekinmedi: “Tarihsel olarak Türkler, Ukraynalılardan kat be kat köklü bir millettir. Türkistan Sovyet Cumhuriyeti mesela Gürcistan’dan ne bakımdan eksiktir? Kurucu devlet olarak yalnız bahsi geçen dört ülke belirlenecekse, bu bir tek Türklerin özerkliğe sahip olmayacağı anlamına gelecektir. Çarlık döneminde bile Türklerin daha çok hakkı vardı… Kaldı ki SSCB’nin kuruluşu hakkındaki bu projenizden mesela Lenin’in haberi var mı? Hemen bir heyet oluşturup kendisine sunalım bu önerilerinizi ve cevabını birlikte dinleyelim.” Stalin’in otoritesi ve projelerine açıktan meydan okumaydı bu ve elbette Koba bu çıkışı unutmayacak, zamanı geldiğinde sert şekilde cezalandıracaktı.

Galiyev bu emeline ulaşabilmek için Galimcan İbrahimov, Veli İbrahimov, Turar Rıskulov, Necmeddin Samurski, Neriman Nerimanov, Ekmel İkramov, Feyzullah Hocayev (hatta Türkiye’den Mustafa Suphi) gibi etkili isimlerin de arasında bulunduğu İdil boyundan Kafkasya ve Kırım’a, Orta Asya ve Türkistan’a kadar geniş bir coğrafyada çekirdek bir ekiple yakın işbirliği ve koordinasyon içinde hareket etmeye başladı. Sultan Galiyev yıllar sonra (işkence altında) istihbarat örgütünün sorgusunda verdiği ifadede bu dönemdeki faaliyetlerini anlatırken, Turan Sosyalist İşçi Köylü Partisi isimli bir parti vasıtasıyla SSCB’den bağımsız Turan Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni kurmak istediklerini söyleyecektir.

Uzun sürecek sancılı bir ölümün ilk adımları
Tam bu noktada Sultan Galiyev’in Sovyet liderliğiyle ilişkileri ciddi bir krize girdi. Lenin’le arası iyiydi, en azından milli meseleler ve devrimin geleceği konusunda tartışabildiği, kendisine katılmasa da anlayışlı bir isimdi Lenin. Ömrünün son yıllarında ilerleyen hastalığı nedeniyle halkla ve parti üst kademesiyle irtibatı sınırlandırılan Lenin, 1922’den itibaren yavaş yavaş güçten tasfiye edilmeye başlarken, Devrim’in diğer iki önderi arasındaki mücadele süratle ete kemiğe bürünmeye başlamıştı. Stalin bu dönemde partinin genel sekreteri sıfatıyla merkezileşen gücü ve bürokrasiyi elinde tutuyor; buna mukabil İç Savaş döneminin ikonik savaşçısı ve Kızıl Ordu’nun efsaneleşen komutanı Troçki’nin etrafındaki çember hızla daralıyordu.

Galiyev bu süreçte Moskova’da her iki isme de yakın dururken, Troçki zayıfladıkça kendisi açısından güvenilir bir destekçi olmaktan çıkmaya başladı. Stalin’le ilişkileri ise son derece sorunluydu. Devrim öncesi yıllardan bilip tanıdığı Stalin gücü eline geçirdikçe, dış tesirlerden Devrim’i korumak ve elbette kendi pozisyonunu da muhafaza niyetiyle her şeye ve herkese karşı daha şüpheci hale gelmişti. Avrupalı devletlerin Devrim’i boğma emelleri ve Rusya içindeki belli merkezlerle irtibatları da bu şüpheleri besliyordu. Sultan Galiyev’in savaşta önemli bir komutan kimliği, savaş sonrasında tüm Türk-Müslüman halklar üzerindeki resmi ve gayriresmi etkili pozisyonu, Türkiye’deki milliyetçi hareketin yanısıra İran ve Afganistan’daki Türk unsurlarla olan temasları, gizli örgüt faaliyetlerine ve alternatif partileşmeye girişmesi vb hususlar da Stalin’i ve parti üst yönetimini endişeye sevk ediyordu.

Aralık 1922’deki olaylı X. Kongre’den sonraki günlerde Galiyev’in partideki tüm görevleri elinden alındı. Nisan 1923’teki kongrede daha sert eleştiriler yöneltince artık Stalin’in de sabrı taştı ve 4 Mayıs 1923’te tutuklandı. Haftalar süren hücre cezası ve aşağılamaların ardından parti üyeliğinden çıkarıldı. İdam edilmesine dair talepler ise yine Stalin tarafından reddedildi; Koba kendisine son bir şans vermeye, Devrim sırasındaki büyük hizmetlerinden dolayı hayatını bağışlamaya karar verdi.

Sultan Galiyev bu ilk tutukluluğundan salıverildi, ama bütün imkânları elinden alınmış, parti üyeliğinden çıkarılmış, adeta “sivil ölüme” mahkûm edilmişti artık. Bir zamanların en kudretli Türk-Müslüman devrimci önderi, Lenin’in dostu, Stalin ve Troçki’nin resmi yardımcısına kimse çeviri işi bile vermek istemiyordu artık, evini ailesini bile geçindirmekte zorlanıyordu. Galiyev’in durumuna yol açan resmi yetkililerin davranışları, “ağaç kabuğu yesinler” haysiyetsizliğine benzemeye başlamıştı, muhtemelen o yıllarda ölse “hainler mezarlığına” atılacaktı gönül rahatlığıyla. Karın tokluğuna çeşitli işlerde çalıştı, demiryollarında hamallık yapmak da dâhil gündelik işlerle karnını doyurmaya çalıştı.

Eşi ve ailesinin telkinleriyle eski dostu Stalin’e mektup yazarak partiye yeniden girmek istediğini bildirdi, oyalayıcı cevapların ardından dilekçe yazması söylendi. Parti üst kademesi kendisinden, basına yazacağı bir makaleyle “suçunu üstlenmesini, devrime ihanet ettiğini ancak şimdi aklının başına geldiğini, pişman olduğunu” kamuoyuna deklare etmesini istemişti. Her onurlu adam gibi Sultan Galiyev de bu aşağılayıcı lütfu reddetti. Şaşırtıcı olmayan şekilde dilekçesi reddedildi, artık yolun sonuna gelinmişti. Bundan sonra yıldızı bir daha parlamayacaktı Galiyev’in. Urallar tarafında Avcılık Kulübü’yle ilgili önemsiz bir teftiş vazifesi verilip, bir nevi sürgünle Moskova’dan gönderilir.

1927 Ocak ayı ortalarında Stalin çağırtır Sultan Galiyev’i, bu son yüzyüze görüşmeleri olacaktır. Stalin tüm haklarından mahrum ettiği eski yardımcısının yeterince çöküp çökmediğini gözlemlemek ister, dizüstü çöküp yalvarmasını bekler gibidir adeta. Yalvarmaz Galiyev, Stalin’in “Burjuva basınında benim iki düşmanım olduğunu söylüyorlar, Biri Troçki, diğeri de senmişsin” şeklindeki sataşmasına “Belki de yoldaş Stalin o düşmanları siz kendiniz icat etmişsinizdir, Troçki sosyalizme düşman değildi” sözleriyle cevap verir. Bu aylarda Troçki’nin de elinden tüm yetkileri alınmış olup, birkaç ay sonra o da parti üyeliğinden atılacaktır. Galiyev, artık nihai sona yaklaştığını, Stalin’in o görüşmedeki tutumundan, soğuk sözleri ve mesafesinden anlamış olmalıdır.

Buzullara, dağlara, infaza ve unutulmuşluğa doğru…
Aralık 1928’de Avcılık Kulübü denetimleri vesilesiyle gittiği Kazan’da bulunduğu sırada, kendisini adım adım izlemekte olan istihbarat servisi (GPU) tarafından gözaltına alınır ve aylar sürecek sorguya tabi tutulur. Onunla birlikte Kırım, Tataristan, Başkurdistan, Kafkasya ve Türkistan Sovyetlerinde kendisine yakın herkes tasfiye edilir ve tutuklanır.

Moskova’da bugün bile Kızıl Meydan’ın yanından geçerken Sovyet tarihini bilenlerin iliklerine kadar ürperdiği, ÇEKA ve bilahare KGB’nin Lubyanka Binası’nın bodrumundaki mahzene atılır Galiyev. Buraya birkaç sene önce de 1923’te 45 günlüğüne atılmış, ama ilk seferinde Stalin’ın gazabından kurtulabilmişti. 1930’da ise mahkeme Galiyev hakkında bu kez ölüm cezası verir, ama Stalin şimdi düşmanı olan bu eski dostuyla hemen vedalaşmak istemez, ölüm cezasını on yıllık bir sürgüne çevirir. “Sultan Galiyevci örgüt” olarak kodlanan dostları ve dava arkadaşları da aynı şekilde on yıllık sürgüne çevrilen ölüm cezalarıyla tecziye edilir.

Ocak 1931’de kuzeyde Arktik bölgesindeki Arhangelsk yakınlarında, Kuzey Buz Denizi’nin ortasındaki Solovki adasına gönderilir sürgüne. Buraya yollanan kişiler arasında sağ salim dönebilen nadirdir, Galiyev ve Türkçü arkadaşlarının da aynı şekilde cesedinin bile geri kalmayacağı hesap edilmektedir. Yaklaşık dört yıl boyunca bu buz cehenneminde yaşamla ölüm arasında direnmeye çalışan Galiyev verem olur, son çare olarak ölmeden önce Stalin’e şahsen başvurur ve durumunu anlatır. Stalin bir kez daha ölmekten kurtarır Galiyev’i, cezası sürgüne çevrilir ve İdil (Volga) boyundaki eski Tatar şehri Saratov’a (Sarı Dağ) gönderilir Galiyev.

Böylece ölümden bir kez daha kurtulur, eşi Fatma ve kızı Reside’yle gizlice de olsa görüşme imkânı bulur. İlk eşi Ravza’nın aksine ikinci eşi Fatma vefalı çıkmıştı; ikinci tutuklanışı sırasında Galiyev’in ısrarıyla ondan resmiyette boşanıp, kâğıt üzerinde onun güvendiği bir Tatar arkadaşıyla göstermelik bir evlilik yaparak, kendisini ve çocuklarını hapse girmekten kurtarabilmiştir. Ama Fatma, Saratov sürgününde gelip bulur bu çilekeş adamı. Soyadını değiştirmek zorunda kalan kızı Reside de Saratov’da üniversite okuduğu sırada biraz da tesadüfen babasıyla buluşup onu son kez görebilir.

Mart 1937’ye kadar Saratov’da iyi kötü yaşayıp hayatta kalır Galiyev, ancak burada tanıştığı bir Tatar çiftçinin ısrarlı davetiyle onun köyüne gider bir ilkbahar sabahı. Birkaç saatlik bu köy ziyaretini bahane eden Sovyet istihbaratı kendisini bir kez daha tutuklar ve Moskova’ya gönderir. Suçlama yine aynıdır: Karşı devrimci faaliyetler, Turancı devlet kurma projesini hayata geçirme, yabancı devletler lehine ajanlık vs vs.

Yine muhakeme edilir, ama artık İkinci Dünya Savaşı da başlamıştır, ortam fevkalade riskli ve tehlikelidir Sovyetler açısından. Aralık 1939’da ölüm cezasına çarptırılır, 28 Ocak 1940’ta da Moskova’daki Lefortovo Hapishanesi’nde kurşuna dizilerek idam edilir.

***

Ancak Sultan Galiyev’den geriye kalan ailesinin çilesi Ocak 1940’ta sona ermez. İlk eşi Ravza’dan (1920’lerde ölmüştü) olan büyük kızı Reside, babasını birkaç kere gördüğü, ama sonradan aniden ortadan kaybolduğu 1937 Mart’tan sonra da Saratov’da kalır, evlenir ve iki çocuğu olur, burada bir köyde öğretmen olarak çalışır. Lakin KGB ve Stalin, Galiyev’in bu çok sevdiği yetim kızını da rahat bırakmaz, kocası ve çocuklarından ayırır ve 1948’de Sibirya’ya sürgüne gönderilir, altı yıldan fazla ormanda ağaç keser. Ancak Stalin öldükten sonra geri dönebilir. Kocası tekrar evlenmiş, bir oğlu feci şekilde ölmüştür. İkinci oğlunu arayıp bulur ve ona tutunarak hayatta kalabilir. 1975’te habis bir urdan dolayı hayatını kaybeder.

Galiyev’in çilekeş eşi Fatma’yı da 1937 yılı sonlarında gözaltına alıp tutuklanır. Kendisinden daha sonra hiçbir haber alınamaz, kuvvetle muhtemel o da Sibirya’da bir sürgünde ölüp toprağa karışmış olsa gerek. Sultan Galiyev’le Fatma’nın iki çocuğundan, kızları Gülnar, 1940’ta konservatuar mezunu olur ve Süleyman Canışev’le evlenir. Savaş başlayınca Süleyman, eşi Gülnar ile kardeşi Murat’ı Kazan’daki akrabalarının yanına yerleştirir ve cepheye gider. Galiyev’in oğlu Murat da 1943’teki ölüm kalım savaşında Nazilere karşı cepheye çağrılır, ancak sebepsiz yere ruh hastalıkları hastanesine yatırılır ve bir sene sonra da Galiyev’in bu tek oğlu hayatını kaybeder. Gülnar’ı da 1949’da Lubyanka’daki KGB merkezine çağırırlar, ardından Krasnoyarsk tarafına sürgüne gönderilip hapsedilir. Hapiste bir gardiyanın tecavüzüne uğrar ve bu aşağılamaya dayanamayıp kendini asar, intihar ederek ölür.

Sovyetler Birliği Komünist Partisi, Gorbaçov’un yönetimi altında 30 Nisan 1990 tarihinde iade-i itibar kararı alır ve Sultan Galiyev’in ölümünden yarım asır sonra da olsa hayatının son dönemi üzerindeki sır perdesi kalkmış olur; bu büyük devrimcinin itibarı bu kararla iade olunur.

Böylece Sultan Galiyev’den geriye hiçbir şey, tek bir kimse bile kalmaz. Ruhunu teselli eder mi bilmem, ama fikirleri hala yaşıyor. Ölümünün üzerinden geçen 85 yılın ardından Türkiye’de de memleketi Tataristan-Başkurdistan’da da Türk Dünyası’nın şuurlu zihinlerinde de bu büyük fikir ve eylem adamının kendine özgü teorisi, Turancı Sosyalizm’i pek çok düşünce insanına ilham vermeye devam ediyor.

Mehmet Akif Koç
Mehmet Akif Koç
ODTÜ İktisat Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek lisansını "Uluslararası Güvenlik" sahasında, doktorasını Orta Doğu Çalışmaları alanında tamamladı. Orta Doğu tarihi ve jeopolitiği, Türkiye-İran ilişkileri, Orta Doğu’nun uluslararası ekonomi-politiği konularında çalışmalarını sürdüren Koç, çeşitli haber ve analiz platformlarında uluslararası siyaset, dış politika ve strateji üzerine makale ve raporlar yayınlıyor, Modern Ortadoğu Tarihi seminerleri veriyor. Matbuat Yayın Grubu markasıyla sürdürdüğü kültür yayıncılığı faaliyetlerinin yanısıra, Farsça ve İngilizceden 30'un üzerinde eseri Türkçeye kazandırdı. Yayınlanmış eserleri; -Rekabetten Geleceğe: Türkiye-İran İlişkilerinin Güvenlik Boyutu (2012) -Hey You! – Irak’taki Amerikan Hapishanelerinden Hatıralar (Said Ebutalib - Farsçadan tercüme) (2018) -Mecazi Pencereler – Modern İran Edebiyatından Barış Şiirleri Antolojisi (2019) -Sesi Görebilmek – Modern İran Şiiri Antolojisi (2019) -Yeniden Merhaba Diyeceğim – Modern İran Edebiyatından Kadın Şairler Antolojisi (2019) -Hacı Ağa – (Sadık Hidayet – Farsçadan tercüme) (2020) -Samed Behrengi Öyküleri (Farsçadan tercüme) (2020)

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar

“Tanrı’nın Kuraltanımaz Kulları”: Göz önünde ama görünmez dervişler

Tasavvuf, günümüzde çoğunlukla yanlış anlaşılan ve hemen herkesin kendi meşrebine göre kimi zaman hayranlıkla kim zaman kuşkuyla andığı,...

Gazâlî üzerine… Gölgede kalanlar, Türkler, Farslar, İran ve Horasan

Bugünlerde elimde oldukça ilgi çekici iki önemli kitap var. İlki Batı’daki kayda değer İslam düşüncesi uzmanlarından Prof. Eric...

Orta Doğu’ya Hızlı Bir Bakış: 2025 Nisan’dan Sonra ne...

Orta Doğu’daki dengeleri, çatışma ve savaş dinamikleri ekseninde ele alacağım bu yazıda, Filistin, İran, Suriye gibi halihazırdaki ihtilaflı...

Orta Çağ’a Follett’ın Gözünden Bakmak: Bir Katedralin Öyküsü

Uluslararası çok satan romanların müellifi, Galli gazeteci ve yazar Ken Follett (1949), casusluk ve gerilim romanlarının yanında asıl...

Prof. Ahmet Yaşar Ocak ve Popüler Tarihçilik Üzerine

Prof. Ahmet Yaşar Ocak (1945), Selçuklu ve Osmanlı tarihçiliğinde, bilhassa dini ve kültürel hayat üzerine haklı bir uluslararası...

Şam’da “Kürt Baharı” mı?

“PYD/YPG’nin on yıldan fazla bir süredir Kuzeydoğu Suriye’de kurduğu yapının yeni devlete ne şekilde “entegre” edileceği konusu mayınlı...

Amin Maalouf, Işık Bahçeleri ve Iraklı Bir Derviş-peygamber Mani...

Lübnan’ın yetiştirdiği en büyük romancı belki de Amin Maalouf; kazandığı ödüllerle, kaleme aldığı romanlar ve milyonlarca satan kitaplarıyla,...

Emile Zola’dan geriye kalan: “İtham Ediyorum!”

“Germinal” gibi tarihe mâlolmuş sıradışı bir roman kaleme almış olsa da Emile Zola, Fransız öykü ve romanının en...