Nihat’a Görünmez bir mezarlıktır zaman

Yaşdaş dostlarımı kaybettikçe bu mısra hiç aklımdan çıkmaz oldu. Yaş ilerledikçe, mezarlık genişliyor.

Nihat’ı sevmek zordur, ters eser, ters teper. Yok, sadece siyasi görüşler meselesi değil, hepimizle ters düştüğü için değil, ucuz siyasete, küfre gönül indirdiği için, edebiyatını sevenleri incitir. ‘Senin tılsımlı dilinle  bir cümlede söylediğin, ben ve benim gibilerin uzun uzun yazdığından çok tesirli, kıyma kendine’ diye yalvarmışlığım vardır. Yollarımız en çok da bu yüzden ayrıldı.

Hiç yüksünmeden söylüyorum, yollarımın ayrıldığı, görüşmez olduğum ve hatta küs olduğum bazı arkadaşlarımı, ahbaplarımı hep özlerim. Onları anılarımıza sığınarak severim. Nihat, onlardan biriydi, ölümü ile bu özlem yasa dönüştü.

Doksanlı yılların başlarında tanıştık. Doğrusu başka bir mahalleden olduğu için yazarlığından haberdar değildim, Dün Korkusu’nu, Soğuk Sabun’u henüz okumamıştım. Paris’te yaşayan kardeşi Davut ile bambaşka bir arkadaş grubu içinde tanışmıştım. Bir şehir projesi için İstanbul’a gelmişti. Çok Fransızdı, aslında böyle tipleri hiç sevmem ama o da çok renkli biriydi, sevilmemezdi. Bir gün konu Trabzon’dan açıldı, Davut ben de Trabzonluyum dedi. Dalga geçiyor sandım, ama aynı ilkokula gittiğimiz ortaya çıktı. ‘Abim yazardır, Ankara’da tanınır dedi’ çok kulak asmadım, bir süre sonra, ne olduysa, Abinin Nihat Genç olduğunu keşfettim. Ankara’ya gittiğimde tanıştık, Mülkiyeliler Birliği’nde günlerce konuştuk. Nihat ile konuşan, sever, sevmez ama başka bir karşısındakinin bambaşka biri olduğunu hemen anlar. Dostluğumuz böyle başladı, sonra İstanbul’a geldiğinde Davut ile bir araya geldik. Davut’u, kırklı yaşların başında, cok  erken kaybettik. Nihat’la mezarı başında ağlaştık. Nihat’ı mezarlıktan ayıramadık, bıraktık, uzaklaşarak bekledik, o bağıra bağıra kardeşi ile konuştu. Benim için bitmez bir an, kopmaz bir bağdır.

En neşeli anılarımız Doğu Konferansı adı altında Ortadoğu ülkelerine yaptığımız gezilere aittir. Başka ülkelerde, herkes üzerinden yük atar. Ahbaplıklar ilerler. İran’da Kum şehrinde, kolunda Eşber Yağmurdereli, gene yüksek sesle bir şeyler anlatırken hatırlıyorum. Türkçü, milliyetçi tarafıyla başımın hoş olmadığını bilirdi. Otobüste Türkçü damarı kabarıp Türklerin bu coğrafyaya gelişini ballandıra ballandıra anlatırken, benim ters bakışlarımla karşılaştığında dayanamayıp kahkaha attığını hatırlıyorum. Hırant’ı da en çok o başka ülkelere yaptığımız gezilerde hatırlarım.

Görünmez bir mezarlıktır zaman
An gelir,  Nihat Genç ölür.

Nuray Mert
Nuray Mert
1960 Trabzon doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Tarih Bölümleri’nde lisans eğitimi alan Mert, aynı üniversitenin Tarih Bölümü’nde yüksek lisansını (Prens Sabahaddin ve Terakki Mecmuası), Siyaset Bilimi Bölümü’nde de doktorasını (Erken Cumhuriyet Döneminde Laik Düşünce) tamamladı.

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar

‘İngiliz-Yahudi Medeniyeti’ mi? ‘Muasır Medeniyet’ mi?

Türkiye’de siyasete ilişkin yorum yazmaya veda ettikten sonra, o ruh hali içinde Ekopolitik’e yazdığım ‘kültür’ yazılarına da elim...

     ‘Yerliler’ ve Dürrüşehvar Sultan

Bir zamanlar ‘yerlilik’ tabiri çok popülerdi. Hatırladığım kadarı ile, seksenli yıllarda, İslamcı gençler bu isimde bir dergi çıkarmıştı....

‘Eski Ramazanlar’ Beyaz Türk Dünyası’ndan Ramazan Anıları

Beyaz Türkler’den AK Türklere mevzusuna başladık, Ramazan geldi. O halde, konuya Ramazan teması üzerinden devam edeyim diyorum. Herkes...

Beyaz Türkler’den AK Türkler’e

İki binli yılların başlarında ‘Beyaz Türkler’ konusu pek popülerdi. Doğrusu bende bu yıllarda bir ara, İstanbul Life dergisinde,...