Beyaz fil sendromu ya da teorisi Güneydoğu Asya’daki eski krallıklardaki bir gelenekten yola çıkarak oluşturulmuş bir kavram. Bölgede kralların sahip olduğu ve yine o dönemin elitlerine hediye ettiği bu beyaz filler kutsal kabul edildiği için çalıştırılamıyor. Pratikte hiçbir işe yaramayan ama bakımı pahalı olan bu beyaz fillerin bugünkü karşılığı çok pahalı ama gereksiz ve işlevsiz projeler, yani kamu kaynaklarının halkın ihtiyacı olan projeler yerine işe yaramayan, hiçbir derde derman olmayan pahalı ve görkemli projelere yatırılması. Bu tarz projelerin otoriter rejimlerde daha sık olarak görüldüğü de bir gerçek. Otoriter liderler göz boyamak ve güç gösterisinde bulunmak için halka neredeyse hiçbir faydası olmayan devasa projeler yapmayı seviyorlar. Bazı durumlarda ise halka hizmet etmeyi amaçlayan projeler yapılsa da öncesinde herhangi bir fizibilite çalışması yapılmadığı için kullanılamaz hale gelen ve işlevsizleşen projeler de söz konusu olabiliyor. Her iki durumda da kamu kaynaklarının israf edildiğini görüyoruz. Kamu kaynakları kullanılırken şeffaflık ve hesap verilebilirlik olmadığında, halkın karar alma süreçlerine katılımı engellendiğinde bu tarz israfların gerçekleşmesi mümkün oluyor. Bu da yolsuzlukla çok yakından ilişkili.
Yolsuzluk maalesef dünyanın her yerinde gördüğümüz ciddi bir problem. Yolsuzluğu tam anlamıyla engellemiş bir devlet de yok haliyle. Ancak bu, yolsuzluğun her yerde aynı boyutta ve yaygınlıkta olduğu anlamına gelmiyor. Bazı devletlerde yolsuzluğun önlenmesi için ciddi bir çaba harcanıyor ve bu ihtimal minimize ediliyor. Bazı devletlerde ise yolsuzluk çok yaygın ve büyük çapta gerçekleşiyor. Konu Türkiye olduğunda ise yolsuzluğun ikinci durumda olduğunu söyleyebiliriz. Özel bir çaba göstermeden sadece sosyal medyaya bakan bir insan bile her gün en az 1 yolsuzluk haberi görecektir. 1 derken çok mütevazı bir rakam veriyorum. Aslında durum bundan çok daha vahim. Burada küçük çaplı yolsuzluklardan da bahsetmiyoruz. Düşük kademede bir memura verilen rüşvet değil mevzubahis olan. Kamu kaynaklarının ciddi biçimde israfı, hukuki açıdan insanların en temel hak ve özgürlüklerinin ihlali gibi ciddi yolsuzlukları kastediyoruz.
Yeri gelmişken anlatmakta fayda var. Yolsuzluk dediğimiz şey illa parayla ilgili olmak zorunda değil. Hukukun belli çıkarlar doğrultusunda haksız biçimde uygulanması da yolsuzluk kapsamına giriyor. Dolayısıyla demokrasi ve insan hakları da yolsuzlukla yakından ilişkili. Yolsuzluğun yaygın olduğu ülkelerde insan hakları ihlallerine çok daha yaygın olarak rastlanıyor. Yargı sisteminde gerçekleşen yolsuzluk insanların en temel hak ve özgürlüklerinden yararlanmasına engel oluyor. Benzer şekilde demokratik süreçler ve genel olarak siyasi arena da yolsuzluktan nasibini alıyor. Politik süreçlerin yozlaşması karar alıcıların halkın yararına değil de kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesine sebep oluyor. Böyle bir senaryoda demokrasinin aşınması da kaçınılmaz bir sonuç. Halkı temsil etmesi gereken meclisler kendi çıkarları peşinde koşan milletvekilleri ile dolup taşabiliyor. Bu da uzun vadede halkın siyasetten ve siyasilerden uzaklaşmasına sebep oluyor.
Yolsuzluk Nedir?
Yolsuzluğun herkes tarafından kabul edilen bir tanımı elbette yok. Çok dar kapsamlı tanımlar olduğu gibi çok uzun ve geniş kapsamlı tanımlar da yapılıyor. Yolsuzluk en basit haliyle “kişisel çıkarlar gözetilerek konumunun verdiği gücü kötüye kullanmak” olarak tanımlanabilir. Buradaki çıkar yalnızca maddi çıkar değil elbette. Siyasi, ideolojik ya da başka tür çıkarlar da söz konusu olabilir. Örneğin, bir üniversiteye akademik personel alınırken liyakat ve ihtiyaca göre değil, ideolojik kaygılarla hareket etmek yolsuzluk kapsamına giriyor. Veyahut bir ihale verilirken illa ki rüşvet alarak hak etmeyen bir adayı seçmek şart değil, sırf belli bir siyasi görüşten değil diye hak eden bir adayı elemek de yolsuzluk kapsamında değerlendiriliyor. Yolsuzluğun klasik tanımında sadece kamu gücünün kötüye kullanılması şeklinde yaygın bir görüş olsa da, artık özel sektörde de yolsuzluğun vuku bulduğu tartışılıyor. Kaldı ki yolsuzluğun en yaygın örneklerinden olan usulsüz ihaleler özel şirketlere veriliyor ve karşılığında kamu ile özel sektör arasında etik ve kanun dışı ilişkiler kurulabiliyor. Pek çok durumda yolsuzluk kanundışı olarak gerçekleşse de bazı durumlarda yolsuzluk hukuka aykırı bir fiil teşkil etmeyebiliyor. Bu tarz illegal olmayan durumlarda etik ve ahlakdışı fiillerden bahsediyoruz. Ancak bizim üzerinde durmamız gereken ve geniş halk kitlelerini ilgilendiren kısım elbette kamu gücünün şahsi çıkarlar doğrultusunda kötüye kullanılması.
Yolsuzluk ve Yoksulluk İlişkisi
Yolsuzlukla ilgili yapılan çalışmalar bize yoksulluk ve yolsuzluk arasında doğru orantılı bir ilişki olduğunu gösteriyor. Yolsuzluğun yaygın olduğu ülkelerde yolsuzluğun az olduğu ülkelere oranla çok daha fazla yoksulluk görülüyor. Eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerinin kalitesi de yine benzer şekilde yolsuzluğun yüksek olduğu ülkelerde daha düşük oluyor. Üzücü olan yolsuzluktan en çok etkilenenlerin yine toplumun en yoksul kesimleri olması. Kamu kaynaklarına en çok ihtiyaç duyan yoksul kesimler yolsuzluk sebebiyle çarçur edilen kamu kaynaklarına erişimde güçlük çekiyor. Özetle yoksullukla mücadele için kullanılabilecek kaynaklar görevini kötüye kullanan yöneticiler yüzünden amacı dışında birilerini zengin etmek ya da beyaz fil sendromunda olduğu gibi göz boyamak için kullanılıyor.
Bu noktada yanlış bilinen bir ön kabulü de düzeltmek gerekiyor. Yolsuzluk denildiğinde genelde bunu yapan kişilerin yozlaşmış olması akla gelse de yolsuzluğun sebebini ahlaki ya da etik yönden bozulmuş insanlara indirgememek lazım. Yani yolsuzluğun sebebinin yozlaşmış insanlar değil yozlaşmış kurumlar olduğunu anlamamız gerekiyor. Güçlü ve iyi işleyen kurumlar olduğu müddetçe insanlar ne kadar yozlaşmış olursa olsun, sistem yolsuzluğu engelleyebiliyor. Ama kurumların yozlaştığı yönetimlerde yolsuzluk yaygın olarak görülüyor. Bu yanlış ön kabulü düzeltmeden yolsuzlukla mücadele etmek de gerçekçi olmaktan uzak. Sorunun gerçek sebebi anlaşılmadığında bir çözüm bulmak mümkün olmuyor. Yolsuzlukla mücadelenin yolu insanlara etik ve ahlak dersi vermekten değil güçlü, şeffaf ve hesap verilebilirliğin olduğu kurumlar oluşturmaktan geçiyor.
Türkiye Yolsuzluğa Alıştı mı?
Türkiye’de yolsuzluğun bu kadar yaygın olmasına rağmen halkta karşılık bulmaması araştırılması gereken bir konu. Bu aslında insanların devleti algılayış biçimleri ile yakından ilişkili. Örneğin, insanlarda vergi bilinci olmaması yolsuzluğun algılanış biçimini derinden etkiliyor. Ben pek çok kişinin yolsuzluk yüzünden çarçur edilen paraların kendi ceplerinden çıktığının farkında olduğunu düşünmüyorum. Çoğu insanda sanki devletin kendiliğinden bir parası varmış da oradan harcama yapılıyormuş gibi bir anlayış olduğu izlenimine kapılıyorum. Bu izlenimi edinme nedenim sadece yolsuzlukla alakalı değil. Sokak röportajlarında vs. sıkça karşılaştığımız “yol yaptı, köprü yaptı” söylemlerini biliyoruz. Burada da bu projelerin kamu kaynakları ile değil de sanki iktidarın kendi cebinden bu projeleri yaptığı gibi bir düşünce olduğu anlaşılıyor. Yani bu yapılanların bir yükümlülüğün yerine getirilmesi olarak değil de bir lütuf olarak görülmesi sorunu var. Bu elbette sadece mevcut iktidar için geçerli değil. Geçmişte de durumun farklı olduğunu sanmıyorum. İnsanlar kamu kaynaklarının nasıl oluştuğunun farkında değil çoğunlukla. Bu da yolsuzluğa yeterince tepki verilmemesi ile yakından ilişkili bence.
Ülkemizde yaygın olan başka bir anlayış da “zaten hepsi çalıyor/çalacak” düşüncesi. O yüzden sıkça “çalıyor ama çalışıyor” ifadesini duyuyoruz. Hem yerel hem ulusal iktidarlar için böyle bir ön kabul söz konusu. İnsanlar çalmadan görevini yapacak liderlerin başa gelme ihtimalini hayal bile edemiyorlar. O yüzden yolsuzluk haberleri de önemsizleştiriliyor. Zafer Havalimanı başta olmak üzere pek çok projenin kamu kaynaklarının israfına yol açtığını biliyoruz. Geçiş garantili köprüler, hasta garantili hastaneler vs. bütçede çok ciddi bir kara delik oluşturuyor ama halkın büyük kesimi bu absürd durumdan etkilenmiyor gibi görünüyor. Sadece maddi anlamdaki yolsuzluklar da değil, hukuk sistemindeki yozlaşma da her geçen gün seviye atlıyor. Bu gidişatın sonu nereye varacak tahmin etmek kolay değil. Bu şekilde devam ederse yoksulluğun ve eşitsizliklerin daha da derinleşeceğini ve otoriterliğin norm olarak yerleşeceğini söyleyebiliriz. Umarım böyle olmaz ve bir noktada yolsuzluğu durduracak ve geçmişte yapılanları bertaraf edecek bir sistem inşa edilebilir.