Güney Kafkasya, tarih boyunca farklı imparatorlukların ve küresel güçlerin çıkar çatışmalarının kesişim noktası olmuş, coğrafi konumu itibarıyla Avrupa ile Asya arasında bir köprü işlevi görmüştür. Bu stratejik bölge, sadece jeopolitik anlamda değil, etnik, kültürel ve ekonomik dinamikler açısından da dikkatlerin üzerinde olduğu bir bölge olagelmiştir. Özellikle Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan gibi devletler, kendi ulusal kimliklerini pekiştirme süreçleriyle birlikte sınır ihtilafları ve etnik çatışmalarla karşılaşmıştır. Bu bağlamda, Dağlık Karabağ meselesi, sadece iki ülke arasında değil, bölgesel ve küresel aktörlerin de müdahil olduğu uzun soluklu ve kanlı bir çatışma alanı olarak uluslararası ilişkiler disiplininin en kritik konularından biri olmayı sürdürmüştür.
1990’lardan itibaren Dağlık Karabağ ve çevresindeki çatışmalar, bölgesel güvenliği ve istikrarı tehdit ederken, uluslararası toplumun da dikkatini bu alana sıkça çekmiştir. Türkiye’nin, Ermenistan ile sınırlarını kapatma kararının, Bakü ile Erivan arasında kalıcı barış sağlanmadan açılmayacağı vurgulaması, bölgesel dinamiklerde önemli bir denge unsurudur. Bu durum, Türkiye’nin hem Azerbaycan’a olan tarihi ve kültürel bağlarını yansıtan bir destek ifadesi hem de bölgedeki güvenlik kaygılarının bir yansıması olarak değerlendirilmiştir.
Sovyet sonrası dönemde bölgedeki güç dengeleri, büyük oranda Rusya’nın üstünlüğü altında şekillenmiş, Moskova bölgeye kendi “doğal nüfuz alanı” olarak bakmış ve siyasi, kültürel, ekonomik ve askeri açıdan kontrolü elinde tutmaya çalışmıştır. Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki barış süreçlerinde ana arabulucu konumundaydı, ta ki 2020 yılında yaşanan ve 44 gün süren İkinci Dağlık Karabağ Savaşı, Türkiye’nin de desteğiyle Azerbaycan’ın askeri açıdan önemli bir zafer kazanması ve bölgedeki dengeyi değiştirmesiyle sonuçlanana kadar. Bu zafer, Rusya’nın bölgesel hegemonik rolüne ciddi bir darbe vurmuş ve Güney Kafkasya’daki güç ilişkilerini yeniden şekillendirmiştir.
Bu bağlamda, geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Donald Trump’ın ev sahipliğinde gerçekleşen ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ı bir araya getiren üçlü zirve, hem bölgesel hem de küresel güç dengeleri açısından kritik bir dönüm noktası niteliğindedir. Zirve sonucunda imzalanan ortak deklarasyon, sadece Güney Kafkasya’daki yıllara sari çatışmalı sürece diplomatik bir çözüm arayışı olarak değil, aynı zamanda bölgedeki güç dengelerinin yeniden dağıtıldığı çok katmanlı bir jeopolitik hamle olarak da okunmalıdır.
Bu yeni sürecin temel unsurlarından biri kuşkusuz ABD’nin bölgedeki etkinliğini artırarak, Rusya’nın geleneksel nüfuz alanına meydan okumasıdır. Ayrıca Çin’in Kuşak-Yol Girişimi’nin bölgesel planlarının sınırlandığı bu dönüşüm, Güney Kafkasya’nın uluslararası güç rekabetindeki önemini daha da artırmaktadır. Türkiye’nin Orta Asya ve Avrasya bağlantıları, İran’ın bölgesel pozisyonunun zayıflaması, İsrail’in stratejik avantaj kazanması gibi gelişmeler ise bu jeopolitik tablonun diğer önemli boyutlarını oluşturmaktadır.
Güney Kafkasya’nın Stratejik Önemi
Güney Kafkasya bölgesi, Doğu Avrupa ile Batı Asya arasında, jeopolitik açıdan köprü vazifesi ihtiva eden kritik bir kavşak noktasıdır. Tarih boyunca çeşitli imparatorluklar arasında bir tampon bölge ve rekabet sahası olarak işlev görmüştür. Osmanlı, Safevi, Rus İmparatorlukları, bölge üzerindeki hegemonya mücadelesinde birbirleriyle sık sık karşılaşmış, bölgenin etnik yapısı ve sınırları bu mücadelelerin sonucu olarak şekillenmiştir. 20. yüzyılın başlarında Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla Güney Kafkasya, Moskova’nın doğrudan kontrolü altına girerek bölgesel bir Sovyet stratejik havzası haline gelmiştir.
Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası, 1990’ların başında Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan gibi bağımsız devletler olarak ortaya çıktı. Bu dönemde, özellikle Azerbaycan ve Ermenistan arasında Dağlık Karabağ bölgesi üzerinde başlayan çatışmalar, bölgesel istikrarı ciddi şekilde tehdit etti. 1988-1994 yılları arasında süren ve binlerce can kaybına yol açan Dağlık Karabağ Savaşı, uluslararası hukuk açısından Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü desteklemesine rağmen, fiilen Ermenistan tarafından işgal edilen topraklar nedeniyle bölgesel kriz olarak devam etti.
Türkiye’nin 1992’de Ermenistan ile sınırlarını kapatması, Ankara’nın bölgesel politika tercihlerini ve Azerbaycan’a verdiği açık desteği ortaya koymuştur. Türkiye’nin bu kararı, Ermenistan’ın Bakü ile barış anlaşması imzalaması şartına bağlanmış, böylece Erivan yönetimine bölgesel ve diplomatik izolasyon uygulanmıştır. Bu durum, Güney Kafkasya’daki güç dengelerini şekillendirmesinde önemli bir etmen olmuş, Türkiye-Azerbaycan eksenini güçlendirmiş, Ermenistan’ın ise daha çok Rusya ve İran’a yönelmesine yol açmıştır.
2020’de yaşanan İkinci Dağlık Karabağ Savaşı, Azerbaycan’ın askeri başarısı ve topraklarının büyük kısmını geri almasıyla sonuçlandı. Bu durum, Moskova’nın bölgedeki mutlak arabulucu konumunu tartışmaya açtı ve bölgesel güç dengelerinde yeni arayışlara neden oldu. Böylece Güney Kafkasya, yeni bir döneme girerken hem yerel hem küresel aktörlerin stratejik tercihleri ve müdahaleleri artarak devam etti.
ABD’nin Dönüşü ve Üçlü Zirve
Beyaz Saray’da gerçekleşen üçlü zirve, ABD’nin Güney Kafkasya’daki aktif dış politika dönüşümünün somut bir göstergesi olarak yorumlanmaktadır. Soğuk Savaş sonrası ABD’nin bölgedeki etkisi sınırlı kalmışken, Çin’in Kuşak-Yol Girişimi ve Rusya’nın bölgesel politikaları -özellikle Ukrayna savaşındaki enerji kaybı- Washington’un bölgeye yeniden odaklanmasını zorunlu/mümkün kılmıştır. Zirvenin temel hedeflerinden biri, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki 30 yılı aşkın süredir devam eden çatışmayı diplomatik yollarla çözmek, bölgeye barış ve istikrar getirmektir. Ancak bunun yanında ABD, Güney Kafkasya’yı Çin’in Kuşak-Yol Girişimi’ne karşı stratejik bir denge unsuru olarak kullanmayı planladığı da göz ardı edilmemelidir. Zangezur Koridoru’nun ABD kontrolüne verilmesi, bu stratejinin en somut adımlarından biridir.
Bu yeni dönemde, ABD’nin bölgeye yatırım yapması, askeri iş birliği tesis etmesi ve altyapı projelerine destek vermesi beklenmektedir. Bu çerçevede, ABD’nin Özgürlük Destek Yasası’nın 907. Maddesinden (ABD’nin Azerbaycan hükümetine her türlü doğrudan yardımı yasakladığı madde) Azerbaycan’ı muaf tutması, Washington’un bölgedeki askeri varlığını güçlendirmeye yönelik önemli bir adımdır.
Rusya’nın Güney Kafkasya’da Zayıflaması
Rusya, Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olarak Güney Kafkasya’da hem güvenlik garantörü hem de arabulucu rolünü üstlenmiştir. Sovyet sonrası dönemde, Moskova, bölgedeki askeri üsleri, ekonomik yatırımları ve arabuluculuk girişimleriyle hegemonik konumunu muhafaza etmeye çalışmıştır. Ancak, Ukrayna’nın işgali ve bunun sonucunda Batı ülkelerinin Rusya’ya uyguladığı sert yaptırımlar, Moskova’nın küresel ve bölgesel etkisini zayıflatmış, imajını ciddi manada zedelemiştir.
Güney Kafkasya’da Rus etkinliği, Ukrayna savaşı sonrası özellikle zayıflamış, bu durum Azerbaycan ve Ermenistan gibi bölge devletlerinin dış politika tercihlerinde değişikliğe yol açmıştır. Moskova’nın arabulucu olarak güvenirliği zayıflayıp, etkinliği azalırken, Washington ve diğer uluslararası aktörler bu boşluğu doldurmaya başlamıştır.
Çin’in Kuşak-Yol Girişimi ve Jeopolitik Rekabet
Çin’in Kuşak-Yol Girişimi, Asya ve Avrupa arasında yeni ticaret ve altyapı koridorları oluşturmayı amaçlayan küresel bir stratejidir. Güney Kafkasya, Yol için önemli transit güzergahlarından biridir ve Çin’in enerji, lojistik ve ticaret politikalarında kritik bir rol oynamaktadır. Ancak ABD’nin bölgedeki artan varlığı ve Zangezur Koridoru üzerindeki kontrolü, Çin’in kara ulaşım koridorlarını doğrudan etkilemektedir. Bu gelişmeler, Pekin’in bölgesel nüfuz projelerine ve Yol’un uygulanmasına engel teşkil etmekte, Çin-Rusya ittifakının stratejik iş birliğini sınırlandırmaktadır.
Türkiye’nin Bölgesel Konumu ve Fırsatları
Türkiye, tarihi ve kültürel bağları dolayısıyla Güney Kafkasya’nın kilit bölgesel aktörlerinden biridir. Azerbaycan ile “bir millet, iki devlet” anlayışı üzerine kurulu güçlü siyasi, kültürel, ekonomik ve askeri ilişkiler geliştirmiştir. Ancak Ermenistan ile uzun süredir kapalı olan sınır, Ankara’nın bölgesel politika ve ticaretini ister istemez sınırlamaktadır.
Zirve sonrası, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki barış sürecinin ilerlemesi ve sınırların açılması durumunda Türkiye için yeni bir ticaret koridoru ve enerji geçiş noktası oluşacaktır. Bu gelişme, Türkiye’nin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile ekonomik entegrasyonunu artıracak, bölgesel liderlik iddiasını güçlendirecektir. Ancak, Zangezur Koridoru’nun ABD kontrolünde olması, Türkiye’nin bölgedeki ticaret ve siyasi ilişkilerinde yeni zorluklar yaratabilir.
İran ve İsrail’in Bölgesel Stratejik Pozisyonu
ABD’nin Güney Kafkasya’ya dönüşü, İran için önemli bir stratejik meydan okumadır. Zangezur Koridoru’nun ABD kontrolüne geçmesi, İran’ın kuzey sınırlarında yeni bir güç dengesi yaratmakta, Tahran’ın zaten azalmakta olan bölgesel etkisini daha da kısıtlamaktadır. İran, Ermenistan ile yakın ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirmiş, bu ilişki koridorun kapalı kalmasında ve kendi kuzey sınırlarının güvenliğinde önemli olmuştur.
Bu bağlamda, ABD’nin bölgedeki etkinliği İran’ın bölgesel politikalarını zorlaştırmakta, Tahran’ın ulusal güvenlik algısını olumsuz etkilemektedir. İran’ın buna cevabı olabildiği ölçüde sert ve proaktif bir dış politika olabilir; bölgedeki nüfuzunu korumak için yeni ittifaklar ve stratejik hamleler geliştirebilir.
Öte yandan, İsrail açısından ABD’nin bölgedeki artan varlığı olumlu bir gelişmedir. ABD’nin, İran karşıtı politikalarını destekleyen Tel Aviv, bu stratejik konumdan yararlanarak bölgedeki nüfuzunu genişletebilir. Ayrıca Ermenistan’ın normalleşmesi, İsrail için bölgesel diplomatik alanın genişlemesi anlamına da gelebilir.
Zangezur Koridoru’nun Stratejik Önemi
Zangezur Koridoru, Azerbaycan’ın doğu ve batı parçaları arasında toprak bütünlüğünü sağlama açısından stratejik ve hayati bir ulaşım hattıdır. Aynı zamanda Türkiye’den Orta Asya’ya uzanan ticaret ve enerji koridorunun da kritik bir parçasıdır. Bu nedenle, koridorun kontrolü bölgesel güç dengeleri açısından büyük öneme sahiptir. Koridorun 99 yıllığına ABD’ye kiralanması, Washington’un bölgedeki stratejik varlığını kalıcı kılmaktadır. Bu durum, ABD’nin hem bölgesel ekonomik projelerde hem de askeri ve diplomatik alanda etkisini artırmasına olanak tanıyacaktır. ABD’nin bölgedeki varlığı ayrıca Paşinyan ve Aliyev gibi liderlerin iç politikalarını güçlendirmekte, ABD’nin onayı olmadan bölgede ani rejim değişikliklerinin zorlaştıracaktır.
Barış Süreci
Azerbaycan ve Ermenistan arasında başlayan diplomatik normalleşme süreci, 30 yıl sonra bölgesel barış için önemli bir umut oluşturmuştur. Ancak uzun vadeli barışın sağlanması, güven esaslı siyasi diyalogların derinleştirilmesine ve ekonomik iş birliği projelerinin hayata geçirilmesine bağlıdır.
Bu süreçte, bölge halklarının karşılıklı güven oluşturması, çatışmaların yol açtığı toplumsal yaraların sarılması gerekmektedir. Ayrıca uluslararası toplumun, özellikle BM ve AGİT gibi çok taraflı aktörlerin etkin rolü, çatışmanın tamamen sona erdirilmesi için kritik öneme sahiptir. Güney Kafkasya’daki son gelişmeler, uluslararası sistemde çok kutupluluğun giderek belirginleştiğini de göstermektedir. ABD, Rusya ve Çin arasındaki stratejik rekabet, bölgesel aktörlerin dış politika tercihlerinde belirleyici olmaktadır.
Bölgesel devletler, bu büyük güçler arasındaki mücadeleden çıkar sağlama stratejileri geliştirmekte, kendi bağımsızlık ve güvenliklerini korumaya çalışmaktadır. Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan gibi ülkeler, hem bölgesel hem de küresel güçlerle dengeli ilişkiler kurmaya çalışarak dış politikalarını çok boyutlu hale getirmektedir.
Bu çok kutuplu yapı, bölgeye hem fırsatları hem de riskleri beraberinde getirmektedir. Güney Kafkasya’da kalıcı barış ve kalkınma, büyük güçlerin yapıcı iş birliği, bölgesel aktörlerin diplomasiye ve diyaloga olan bağlılığı ile mümkün olacaktır.
Sonuç
Beyaz Saray’da gerçekleşen üçlü zirve ve ardından imzalanan ortak deklarasyon, Güney Kafkasya’daki jeopolitik yapının yeniden şekillenmesine dair kritik bir dönüm noktasıdır. Bu gelişme, sadece Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki 30 yılı aşkın süren dondurulmuş çatışmanın çözümüne yönelik umutları artırmakla kalmamış, aynı zamanda bölgeyi uzun yıllardır etkilemiş olan küresel güçler arasındaki nüfuz mücadelesini de yeni bir aşamaya taşımıştır.
Öncelikle, ABD’nin bölgeye bu denli etkin bir şekilde müdahil olması, Rusya’nın geleneksel Güney Kafkasya hegemonyasını ciddi oranda zayıflatmıştır. Moskova’nın Ukrayna’da yaşadığı stratejik trajedi, bölgedeki arabuluculuk rolünü kaybetmesine ve bu pozisyonun Washington tarafından doldurulmasına yol açmıştır. Bu durum, çok kutuplu uluslararası sistemde bölgesel güçlerin kendi çıkarlarını maksimize etmek için büyük güçlerin rekabetinden faydalandıkları yeni bir stratejik ortam yaratmaktadır.
ABD’nin Zangezur Koridoru üzerindeki kontrolü, bölgesel lojistik ve ulaşım hatlarının şekillenmesinde belirleyici olacaktır. Bu durum, aynı zamanda Çin’in Kuşak-Yol Girişimi’nin kara ulaşım koridorlarında karşılaştığı engelleri artıracak, Çin-Rusya ittifakının enerji ve ticaret hatlarında yeni bir darboğaz yaratma ihtimalini oluşturabilecektir. Dolayısıyla, Güney Kafkasya artık sadece yerel çatışmaların sahnesi değil, küresel güçlerin rekabetinin kesişim noktası haline gelmiştir. Türkiye açısından ise, bu yeni dönemin sunduğu fırsatlar ve riskler birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Koridorun açılmasıyla Orta Asya Türk Cumhuriyetleriyle yeni ticaret ve enerji hatları oluşturma imkanı Türkiye’nin bölgesel liderlik vizyonunu güçlendirmektedir. Ancak ABD’nin koridor üzerindeki hakimiyeti, Türkiye’nin dış politika bağımsızlığı ve Orta Asya ile ilişkilerinde daha dengeli ve çok aktörlü bir strateji izlemesini zorunlu kılmaktadır. Ankara’nın bu yeni güç dengelerini doğru yönetmesi, bölgesel istikrar ve ekonomik kalkınma açısından kritik önem taşıyacaktır.
İran’ın bölgesel etkisinin azalması, özellikle kuzey sınırlarında yeni güvenlik ve diplomatik açmazlar yaratırken, İran-Türkiye ilişkilerinde yeni dinamikler de gündeme gelecektir. İran’ın bu gelişmeleri tehdit algısıyla karşılaması, bölgedeki istikrarı olumsuz etkileyebilir ve daha sert bir dış politika izlenmesine yol açabilir. İsrail ise, ABD’nin bölgede artan varlığından faydalanarak İran’a karşı yeni stratejik manevralar yapma imkanı ve alanı bulacaktır.
Barış ve istikrar açısından değerlendirildiğinde, Azerbaycan ile Ermenistan arasında başlayan diplomatik normalleşme süreci önemli bir gelişme olsa da, kalıcı barışın sağlanması için sadece liderlerin değil, toplumların da barışa hazır ve istekli olması gerekir. Etnik ve toplumsal yaraların sarılması, yeniden güven inşası ve ekonomik iş birliği projelerinin hayata geçirilmesi zaruridir. Bu süreçte, vurgulamaya çalıştığımız gibi uluslararası toplumun; özellikle BM, AGİT gibi çok taraflı aktörlerin rolü kritik olacaktır.
Son olarak, bu yeni jeopolitik konjonktürde Güney Kafkasya’da istikrar ve kalkınma ancak bölgesel iş birliği imkanlarının güçlendirilmesi, dış müdahalelerin iyi niyetli, yapıcı ve dengeleyici bir çerçevede gerçekleşmesi ile mümkündür. Bölge devletlerinin kendi aralarındaki sorunları barışçıl yollarla çözmesi, altyapı ve enerji projelerinde iş birliği yapması, bu çok katmanlı rekabet ortamında istikrarlı ve kalıcı refahın, kalkınmanın altın anahtarıdır.
Bu açıdan bakıldığında, Beyaz Saray zirvesiyle başlayan süreç, Güney Kafkasya için yeni bir sayfa açmaktadır. Ancak bu sayfanın kalıcı ve olumlu bir şekilde yazılması, bölgesel aktörlerin kendi çıkarlarını kısa vadeli hesapların ötesinde ulusal ve bölgesel refah perspektifiyle şekillendirmesine sıkı sıkıya bağlıdır. Ayrıca, büyük güçlerin bölge politikalarında dengeleyici ve yapıcı roller üstlenmesi, çatışma risklerinin azaltılması ve ekonomik entegrasyonun desteklenmesi açısından da vazgeçilmezdir. Son söz, Güney Kafkasya’da barış, istikrar ve refahın kalıcı olarak tesis edilmesi, sadece bölge halkları için değil, aynı zamanda küresel güçler arasında daha istikrarlı bir uluslararası düzen için de kritik önemdedir. Bu nedenle, uluslararası ilişkiler disiplininin ve politika yapıcıların bu bölgeye yönelik analiz, strateji ve müdahaleleri titizlikle takip etmesi büyük önem taşımaktadır.