Kod Diplomasisi: Açık Kaynak Devrimi ve Yapay Zekânın Yeniden Çizeceği Küresel Paktlar

Seksenli yılların tozlu üniversite koridorlarında, bilgisayar laboratuvarlarında başlayan bir hikâye… Bedava yazılım dağıtan şirketler, aslında zihinlerde görünmez zincirler örüyordu. Öğrenciler mezun olup iş hayatına atıldıklarında, bu zincirleri farkında olmadan kurumlarına taşıyacak, teknoloji devlerinin kurduğu ekosisteme mecbur kalacaklardı.

Ta ki Berkeley’de bir avuç idealist, “özgürlük” demeyi akıl edene kadar.

AT&T’nin sahibi olduğu UNIX’in karşısına BSD (Berkeley Software Distribution) ile çıktılar. Teknoloji tarihinin en anlamlı başkaldırılarından biriydi bu. Sadece bir işletim sistemi değil, bir felsefe doğuyordu: “Bilgi paylaşıldıkça çoğalır, yazılım özgür olmalı.”

Aradan geçen kırk yılda, herkesin katkı verdikçe ilerleyen açık kaynak hareketi, Linux’tan Android’e, Büyük Veriden 5G şebekelerine kadar uzanan bir yolculuğa çıktı. Her adımda aynı ruh vardı: Yazılımın tekellere değil, insanlığa ait olması gerektiği inancı. 

Ve şimdi, insanlık tarihinin belki de en önemli teknolojik devriminin eşiğindeyiz: Yapay Zekâ.

Çin orijinli DeepSeek’in MIT lisansı altında ücretsiz olarak paylaştığı model bütün piyasaları sarstı. DeepSeek’in ilk model sürümü, modelin sinir ağı bağlantılarını temsil eden “açık ağırlıklar” ile paylaşılmıştı. Bu, kullanıcıların ek veri ile modeli özelleştirmesine olanak tanıyordu. Benzer şekilde, Google’ın Gemma, Meta’nın LLaMA ve OpenAI’nin eski GPT-2 modeli de açık ağırlıklarla sunulmuştu. 

Bu metotta modelin ağırlıkları (parametreleri) erişilebilir durumdadır, ancak kaynak kodu, eğitim verileri veya detaylı mimarisi paylaşılmamış durumdadır. Bu bir anlamda yapay zeka nasıl eğitilirse ona göre ilerleyecek şekilde olacağı için yukarıda anlattığımız bedava yazılım dağıtan şirketler modundadır. 

DeepSeek’in eğitim kodlarını da paylaşıp paylaşmayacağı belirsizliğini koruyor. Gerçek anlamda açık kaynak bir yapay zekâ modeli, yalnızca model ağırlıklarını değil, eğitim sürecini ve kullanılan verileri de içermelidir.

Yapay Zeka Paktı

Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana ilk kez, teknoloji dünyasında “Batı Bloğu” ve “Doğu Bloğu” ayrımı bu kadar belirgin hale geldi. Ancak bu kez silahlar değil, algoritmalar yarışıyor. OpenAI’nin kapalı bahçesi ile DeepSeek’in açık alanı arasındaki fark, aslında iki farklı dünya görüşünün, iki farklı gelecek tahayyülünün çarpışması.

Çin’in yapay zekâ hamlesi, klasik jeopolitik oyunun kurallarını değiştiriyor. Şimdiye kadar teknolojik üstünlük, patentler, lisanslar ve fikri mülkiyet hakları üzerinden tanımlanıyordu. Erişim kısıtlı, fiyatlar yüksek, bağımlılık kaçınılmazdı. Küresel Güney, gelişmiş ekonomilerin teknik altyapılarına mahkûm kalmıştı.

DeepSeek’in açık kaynak stratejisi, bu mahkûmiyeti kıracak potansiyele sahip. Afrika’dan Latin Amerika’ya, Güneydoğu Asya’dan Orta Doğu’ya kadar pek çok ülke, artık yapay zekâ yarışının sadece izleyicisi değil, katılımcısı olabilir. Bu, elbette hemen gerçekleşecek bir devrim değil; altyapı, eğitim ve hesaplama gücü hâlâ büyük engeller. Ancak yapay zekânın genetik kodlarına erişebilmek, bu engelleri aşmak için ilk adım.

Burada kritik bir boyut daha var: Siber güvenlik. Açık kaynak, yalnızca bir paylaşım felsefesi değil, aynı zamanda güvenlik paradigmasıdır. Kapalı kaynak sistemlerde, güvenlik açıkları gizli kalabilir, arka kapılar fark edilmeyebilir. Yazılımın kontrolü üreticinin elindedir ve kullanıcılar, üreticinin iyi niyetine güvenmek zorundadır.

Açık kaynak modellerde ise, kodlar herkesin incelemesine açıktır. Binlerce göz, potansiyel güvenlik açıklarını tarar, zafiyetleri tespit eder. “Çok göz, hataları daha hızlı bulur” prensibi işler. Çin’in yapay zekâ modelleri şu anda açık ağırlık ama açık kaynak olarak sunar ise, yalnızca erişilebilirlik değil, güvenilirlik açısından da önemli bir mesaj içeriyor.

Bugüne kadar yapay zekâ teknolojilerinde Batılı şirketlerin hâkimiyeti, bazı ülkelerde ulusal güvenlik endişelerini beraberinde getiriyordu. “Bu sistemler, verilerimizi ne kadar güvende tutuyor?”, “Algoritmalarda gizli kapılar var mı?”, “Kritik altyapılarımız dış müdahalelere açık hale geliyor mu?” gibi sorular, dijital egemenlik tartışmalarının merkezindeydi.

Açık kaynak yaklaşımı, bu endişeleri tamamen ortadan kaldırmasa da, önemli ölçüde azaltabilir. Ülkeler, açık kaynak yapay zekâ modellerini kendi denetimlerinden geçirebilir, yerel ihtiyaçlara göre özelleştirebilir ve güvenlik standartlarına uygunluğunu doğrulayabilir. Bu, ulusal siber güvenlik stratejileri açısından ciddi bir paradigma değişimi anlamına geliyor.

Dahası, yapay zekâ modellerinin açık kaynak olarak sunulması, siber güvenlik ekosistemindeki güç dengelerini de değiştirebilir. Bugüne kadar, yapay zekâ destekli siber saldırılar, yalnızca ileri teknoloji kapasitesine sahip aktörlerin tekelindeydi. Açık kaynak modellerin yaygınlaşması, bu asimetriyi kısmen dengeleyebilir, savunma tarafının elini güçlendirebilir.

Çin, bu hamleyle yalnızca teknolojik üstünlük değil, yumuşak güç kazanımı da elde edebilir. “Rekabet içinde simbiyoz” yaklaşımı, Batı’nın “kazanan hepsini alır” mantığına karşı bir kapsayıcı alternatif sunabilir. 

Öte yandan, açık kaynak yapay zekâ modellerinin gelişmekte olan ülkelerde yaygınlaşması, bu ülkelerin veri egemenliği konusundaki hassasiyetlerini de artırması gerekir. Kendi yapay zekâ ekosistemine sahip bir ülke, vatandaşlarının verilerinin nerede ve nasıl işlendiği konusunda daha fazla söz sahibi olacaktır. Bu, uluslararası veri koruma rejimlerini ve dijital egemenlik tartışmalarını yeniden şekillendirecektir.

En önemlisi, yapay zekâ teknolojilerinin demokratikleşmesi, küresel güç dengelerini derinden etkileyecek. Şu ana kadar, yapay zekâ geliştirme kapasitesi yalnızca birkaç şirket ve birkaç ülke ile sınırlıydı. Açık kaynak modellerin yaygınlaşması, bu tekeli kıracak ve daha fazla aktörün sahneye çıkmasına olanak tanıyacak. Bu, çok kutuplu bir dijital dünya düzeninin kapılarını aralayabilir.

Teknoloji tarihinin bu kritik kavşağında, asıl sorumuz şu: Yapay zekâ kime hizmet edecek? Yalnızca birkaç teknoloji devinin kâr marjlarına mı, yoksa insanlığın ortak refahına mı?

Çin’in açık kaynak hamlesi, belki de bu soruya verilmiş yanıtlardan biri. Ancak bu yanıtın küresel siyaseti nasıl şekillendireceği, yalnızca teknolojik gelişmelere değil, bu teknolojileri çevreleyen etik, hukuki ve sosyal çerçevelere de bağlı olacak.

Seksenli yıllarda özgür yazılım için mücadele edenler gibi, bugün de açık kaynak yapay zekâ için çalışanlar, yalnızca bir algoritma değil, bir gelecek inşa ediyor. Ve bu gelecekte, belki de en güçlü ülke, en fazla kaynağa sahip olan değil, en geniş iş birliği ağını kurabilen olacak

Tarih bize tekrar tekrar göstermiştir ki, duvarlara değil, köprülere yatırım yapanlar, uzun vadede kazandı. Yapay zekâ çağında da sanırım aynı ders geçerliliğini koruyacak. Siyasetin ve diplomasinin açık kaynağı dünyayı şekillendirecek…

 

Mustafa Ergen
Mustafa Ergenhttps://www.ekopolitik.org.tr/
Prof. Dr. Mustafa Ergen İTÜ’de profesör olarak görev alan Mustafa Ergen, haberleşme ve yapay zeka teknolojileri alanında Türkiye’deki yerli teknolojilerin gelişimine öncülük etmiş ve Avrupa 5G haberleşme platformunun kurucularından biri olmuştur. Boğaziçi, Koç ve Sabancı Üniversitelerinde görevler almış, akademik ve girişimcilik ekosistemine katkı sağlamaktadır. Girişimci Kapital kitabının yazarıdır. Silikon Vadisi’nde kurduğu haberleşme teknolojileri şirketi, 2009’da başarılı bir çıkış yapmıştır. ODTÜ Elektrik ve Elektronik Mühendisliği bölümünden 2000 yılında üniversite birincisi olarak mezun olmuş, Berkeley Üniversitesi’nde Elektrik Mühendisliği ve Bilgisayar Bilimleri alanında yüksek lisans ve doktora yapmıştır. Aynı üniversitede Teknoloji Yönetimi programını tamamlamış ve Uluslararası İlişkiler alanında ikinci yüksek lisans derecesini almıştır.

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar

Cuma’nın Gölgesinde: Çin Yükselirken Amerika Robinson Kalmak İstemiyor mu?

Daniel Defoe’nun klasik romanı Robinson Crusoe, çoğu kişi için bir hayatta kalma hikayesidir. Ama biraz dikkatli okuyanlar, bu...