Küreselleşme ve Liberal Demokrasi

Önce, aşağıdaki 20 maddeyi yavaş yavaş ama dikkatlice okumayı öneriyorum:

1- Washington’un dünyayı demokrasiler ve otokrasiler olarak ikiye ayırma konusundaki geleneksel eğilimi, 2008 finansal kriziyle başlayan ve birçok bölgede korumacılığa, sınırların sertleşmesine ve ekonomik büyümenin yavaşlamasına yol açan küresel milliyetçilik dalgasını göz ardı ediyor. Gerçekten de, özellikle ekonomik milliyetçilik ve etno-milliyetçilik, 2010’ların ortalarından bu yana küresel ilişkileri şekillendiren temel unsurlar haline geldi. Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, Fransa’daki aşırı sağ lider Marine Le Pen ve Trump gibi milliyetçi figürlerin popülaritesinin yükselişi, bu küresel eğilimin belirgin göstergelerindendir.

2-  Washington, bu yeni milliyetçilik çağını sorgulamak veya ona meydan okumak yerine, aksine, onun gelişimine katkıda bulunmuştur. Hem Trump hem de Başkan Joe Biden yönetimlerinde, ABD, Çin’in ilerlemesini dizginlemeye çalışırken kendi gücünü pekiştirmeye odaklanmıştır. Küresel çapta iş yaratma veya ekonomik büyümeyi önceliklendirmek yerine, Washington, Çin’in ABD’ye kıyasla ekonomik gücünü zayıflatmak için gümrük tarifeleri ve ihracat kontrollerini devreye sokmuştur.

3-  İklim krizinin köklerine yönelik küresel bir yeşil enerji dönüşümü, ABD’nin elektrikli araç üretimini genişletmeye yönelik, siyasi açıdan tartışmalı ve kısa vadeli bir girişime dönüşmüştür.

4-  Ekonomik karşılıklı bağımlılığın yerini tedarik zinciri dayanıklılığı alırken, “yükselen dalganın tüm tekneleri kaldıracağı” anlayışı, küresel ekonomik pastadan daha büyük bir pay kapma yarışına yenik düşmüştür.

5-ABD, küresel Güney’deki istikrarsızlık, şiddet ve borç krizlerini yüksek gelirli ülkelerin sorunlarından bağımsız olarak görerek, milliyetçiliğin dünya çapında yayılmasını daha da körüklemektedir.

6- Eğer Amerikalı politika yapıcılar, ABD’nin dünya sahnesindeki rolünü yeniden canlandırmak ve insan hakları ihlalleri, eşitsizlik ve baskıdan mustarip ülkelere barış ve istikrar getirmek istiyorlarsa, bakış açılarını genişletmeli ve bu milliyetçilik çağını terk etmelidirler. İklim değişikliği, demokratik gerileme, ekonomik eşitsizlik ve sürdürülemez seviyelerdeki borç gibi acil sorunlar, ABD’nin gücünü dünya pahasına artırarak çözülemez.

7- Roosevelt, ulusal çıkarı küresel ölçekte tanımladı, kapitalizmi ve liberal demokrasiyi güvence altına alan çok taraflı bir düzenin korunmasını hedefledi. Her ne kadar sömürge sonrası dünyanın büyük bir kısmı hâlâ kalkınmamış durumda olsa da ve çok taraflı kurumlar orantısız bir şekilde en zengin ülkelerin yararına işlese de Asya ve Afrika’daki komünist olmayan, yeniden yükselen ekonomiler, savaş sonrası düzende kendi çıkarlarını savunabilecekleri bir alan buldular. 1948’de yürürlüğe giren Genel Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Anlaşması (GATT), Japon ekonomisini güçlendiren ticaret engellerini ortadan kaldırdı. 1964’te, bağımsızlığını yeni kazanan ülkeler Birleşmiş Milletler içinde G-77 adı verilen bir grup oluşturarak Batı’nın Afrika ve Asya ülkelerini ihmal etmesine meydan okumayı amaçladılar. Günümüzde de küresel Güney ülkeleri, iklim adaletini sağlamak, uluslararası hukuku korumak ve özel şirketlerin işçi ve çevre yasalarını ihlal etmelerinin önüne geçmek için hâlâ BM’ye başvurmaktadır. Dengesiz ve istikrarsız bir ekonomik düzen, milliyetçi politikaları körüklemektedir.

8- Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası, borç alan ülkelere siyasi olarak popüler olmayan koşullar dayattıkça, gelişmekte olan ekonomiler Pekin’i tercih edilen borç veren olarak görmeye başladı. Bu dengesiz ve istikrarsız ekonomik düzen, milliyetçi siyaset ve politikacılar için fırsatlar yarattı.

9-Küreselleşme, 1990’lardaki gibi aynı ekonomik faydaları sağlamayınca, demagoglar yasadışı göçmenleri ve yozlaşmış, adaletsiz bir sistemin başında bulunan elitleri suçladı. 2010’larda birçok ülkede ekonomik milliyetçilik güç kazandı ve popülist söylemler yükseldi. Liderler, halklarını küresel sorunlara çözüm ararken sınırlarının ötesine değil, içine bakmaya teşvik etti. Macaristan Başbakanı Viktor Orbán gibi figürler, IMF ve Avrupa Birliği’ni sert bir şekilde eleştirerek iktidara geldi. 2017’de başbakan olarak yaptığı bir konuşmada Orbán, Avrupa’nın geleceğine yönelik en büyük tehdit, buraya yaşamak için gelmek isteyenler değil, Avrupa’yı Avrupa halklarının açık iradesine karşı dönüştürmeye çalışan kendi siyasi, ekonomik ve entelektüel elitlerimizdir.” ifadelerini kullandı. Dünya genelinde liderler göçmenleri ülke sorunlarının kaynağı olarak göstermeye başladıkça, göç karşıtı söylemler yaygınlaştı.

10- Hükümetler, ekonomilerini küreselleşmenin etkilerinden koruyabilmek için sanayi politikalarına ve devlet destekli kapitalizme yöneldi. Çin’in öncülüğünü yaptığı bu eğilim, ABD’nin Enflasyonu Düşürme Yasası (Inflation Reduction Act) ve Çip ve Bilim Yasası (CHIPS and Science Act) gibi önlemlerle takip ettiği bir model haline geldi.

11-Rusya’da otoriter lider Vladimir Putin, ekonomik kaynakları devlet genişlemeciliği yoluyla merkezileştiren milliyetçi-emperyalist bir ideoloji benimsedi; Moskova’nın 2022’de Ukrayna’yı işgali, toprak ilhakına karşı küresel normları zayıflattı.

12-Hindistan Başbakanı Narendra Modi ise serbest piyasa ekonomisini savunan bir lider olarak tanınmasına rağmen bankacılık sektörünü merkezileştirerek ve yabancı yatırımları devlet kontrolüne alarak devlet kapitalizminin yeni bir dönemini başlattı.

13-Orta Doğu’daki ülkeler ise ABD’nin küresel üstünlüğüne karşı koyabilmek adına giderek daha fazla devletçi Çin modeline yönelmekte ve bu modeli örnek almaya başlamaktadır. Büyük güçler arasındaki rekabet çağı, ulus devletlerin elit ekonomik gücü milliyetçi politikalar yoluyla pekiştirdiği bir çağdır.

14- Trump’ın 2017 Ulusal Güvenlik Stratejisi, küresel iyilikten çok ABD’nin refahını önceleyen bir “Önce Amerika” dış politikasını benimsedi. Trump yönetimi, ABD’nin “çok taraflı kuruluşlarda rekabet edeceğini ve liderlik edeceğini, böylece Amerikan çıkarlarının ve ilkelerinin korunacağını” vurguladı. Bu yaklaşım, ABD’nin BM İnsan Hakları Konseyi ve eğitim, bilim ve kültürel işbirliğini teşvik eden UNESCO gibi kuruluşlardan geçici de olsa çekilmesiyle sonuçlandı ve daha fazlası…

Trump, Reagan dönemine ait Moskova ile yapılan bir silah kontrol anlaşması olan Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması’ndan (INF) ve küresel sera gazı emisyonlarını azaltmayı amaçlayan Paris Anlaşması’ndan çekildi. Büyük güçler arasındaki rekabete saplanıp kalan Trump, Çin’den yapılan 200 milyar dolar değerindeki ithalata gümrük vergileri getirerek bir ticaret savaşı başlattı. Bu savaş, Washington ile Pekin arasındaki gerilimi artırırken, ABD de tüketici yaşam maliyetlerini bazı bölgelerde %7,1’e kadar yükseltti.

15- Trump, ABD dolarının üstünlüğünü korumak amacıyla küresel nüfusun %40’ından fazlasını oluşturan BRICS ülkelerine döviz tarifeleri uyguladı. Bu tür adımlar, ABD’yi küresel tedarik zincirlerinden koparma riski taşırken, Amerikan tüketicileri için yaşam maliyetlerini artırmaktadır. ABD dolarının küresel konumunu koruma amacıyla baskı ve yaptırım uygulanması, Wall Street’e avantaj sağlarken aynı zamanda ABD’nin dış ticaret açığını büyütmekte ve Amerikan ihracat sektörünü zayıflatarak ABD yapımı ürünlerin uluslararası pazarlardaki fiyatını yükseltmektedir.

16- Washington, uluslararası kurumlar ABD’nin ulusal çıkarlarına hizmet etmediğinde, zaman zaman bu kurumları reddederek ittifaklarını baltalamaktadır. ABD’nin Ukrayna’ya misket bombaları ve anti-personel mayınları göndermesi, uluslararası antlaşmalara olan bağlılığını sorgulatmaktadır. ABD, 111 ülkenin taraf olduğu Misket Bombaları Sözleşmesi’ne ve 164 ülkenin taraf olduğu Anti-Personel Mayın Yasaklama Antlaşması’na tam olarak taraf olmayarak bu anlaşmaların dışında kalmaya devam etmektedir. Hem Trump hem de Biden, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) otoritesini aşındırmıştır; uyuşmazlık çözüm mekanizmasını reddetmiş, yeni temyiz yargıçlarının atanmasını engellemiş ve ABD sanayi politikalarının aşırı gümrük tarifeleri ve şirket sübvansiyonları gibi kuralları ihlal ettiğine dair şikayetleri görmezden gelmiştir. Kasım ayında ise Biden, Beyaz Saray’dan yaptığı bir açıklamada, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin İsrail hükümetinin Gazze deki savaşına ilişkin kararlarını tanımadığını duyurmuştur.

17- Trump yönetimi, Orta Doğu’daki krizi askeri güçle çözülmesi gereken bir medeniyetler çatışması olarak görmeye eğilimli olacaktır. Doğu Asya’daki müttefikler, Pekin’in etkisini sınırlamak için birer vekil güç işlevi görecektir. Washington, Çin ile olan rekabeti varoluşsal bir mücadele olarak değerlendirecek ve bu, Trump’ın ilk döneminde olduğu gibi ABD’de göçmen karşıtı duyguları körükleyerek Asyalılara yönelik nefret suçlarını ve şiddet olaylarını artırabilecektir. Latin Amerika’ya gelince, Trump’ın ABD-Meksika sınırını güvenlik merkezli bir mesele olarak ele almaya devam etmesi, sınır ötesi suçlar ve iklim değişikliği gibi ortak sorunlarda iş birliği yapma fırsatlarını kaçırmasına neden olacaktır.

18- ABD’nin küresel sorunlara anlamlı çözümler getirebilmesi için, büyük stratejisini milliyetçilik çağının sınırlarından kurtarması gerekmektedir. Küresel Güney’in ya da küresel çoğunluğun refahını amaçlayan daha geniş çaplı bir uluslararası vizyon, Çin ile rekabetten çok daha sağlam bir dünya düzeni temeli oluşturacaktır. Washington, Afrika ve Asya ülkelerini Pekin ile büyük güç rekabetinde birer piyon olarak görmek yerine, düşük gelirli ülkelerin marjinalleştirilmesinin küresel büyümeyi engellediğini kabul etmelidir.

19- ABD, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası ile iş birliği yaparak Afrika ülkelerine borç hafifletme programları sunabilir ve yolsuzluğu en aza indirerek demokratik hakları güçlendirmek için mücadele edebilir. BRICS’i Batı’ya karşı bir rakip olarak görmek yerine, Washington bu ülkelerin endişelerini tanımalı ve Afrika ve Asya ülkelerini önceliklendiren yeni yaklaşımları benimsemelidir. Daha güçlü bir Küresel Güney, etno-milliyetçiliği ve göçmen karşıtı politikaları da dizginleyecektir; çünkü dirençli ekonomiler, göçmenlerin işleri çaldığı” ve devlet kaynaklarını tükettiği argümanını sürdürmeyi zorlaştırır.

20-Artık Amerika Birleşik Devletleri’nin büyük güç rekabetinin modası geçmiş sıfır toplamlı mantığının ötesine geçme zamanı gelmiştir. Washington, üstünlük sağlama yolundaki verimsiz çabalarına daha fazla kaynak harcamak yerine, ekonomileri güçlendirme ve dünya genelinde insan haklarını ilerletme taahhüdünü yenilemelidir. Ulusal çıkar, her alanda Çin’i geride bırakmakta değil, rekabet yerine iş birliğini vurgulayan uluslararasıcı bir vizyonda yatmaktadır.

xxxxx

Yukarıda numaralandırıp  genişçe özetlediğim yazının tamamı, Trump göreve başladıktan hemen sonra 28 Ocak 2025’de  Foreign Affairs Dergisi’nde yayınlandı.

Kimi sitelerde de Hanife Şeyma SAY’ın Türkçesiyle yer aldı…

Makaleyi kaleme alan iki akademisyenden biri Michael Brenes, Yale Üniversitesi’nde Brady-Johnson Büyük Strateji Programı eş direktörü ve tarih bölümü öğretim görevlisi…

Diğeri Van Jackson, Victoria Üniversitesi Wellington’da uluslararası ilişkiler alanında kıdemli öğretim görevlisi…

Ortaklaşa kaleme aldıkları The Rivalry Peril: How Great-Power Competition Threatens Peace and Weakens Democracy (Rekabetin Tehlikesi: Büyük Güç Rekabeti Nasıl Barışı Tehdit Ediyor ve Demokrasiyi Zayıflatıyor?) adlı bir kitapları da var. Topa çok hızla giren ve duvara çarpan Trump’ın yüzüncü günü ertesinde özetleyerek yayınlamak istedim. Trump politikaları nedeniyle küreselleşme ve liberal demokrasi düşmanlığının doruğa çıktığı bu dönemde, Amerikalı iki bilim adamının yazısının hatırlanması faydalı olacak bence. Siyasetçilerin yanlış kararlarının bedelini siyasetçi olmayan milyonlarca insanın nasıl ödediğini siyasetçilerden öğrenmemiz mümkün değil…

Ancak bilim adamları bize gerçekleri anlatıyor.

Mehmet Altan
Mehmet Altan
Mehmet Altan (d.1953) gazeteci, yazar ve akademisyen. İlk, orta ve yüksek öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Yükseköğrenimi sırasında özel sektörde ve Türk Haberler Ajansında görev yaptı. 1979 yılında doktora yapmak için Fransa’ya gitti. Paris I. Pantheon Sorbonne Üniversitesinde, Türkiye-IMF ilişkilerini inceleyen çalışmasıyla 1980 yılında uzman, Türkiye’nin ABD ve SSCB ile ilişkilerini inceleyen teziyle de iktisat doktoru oldu. Doktora eğitimi sırasında çeşitli gazetelerde çalıştı, Cumhuriyet Gazetesinin Paris muhabiri olarak görev yaptı. 1984 yılında Türkiye’ye dönen Altan’ın 1985 yılında, Paris’teyken yazdığı denemeleri Kanatlı Karınca adlı kitapta topladı. Akademi Kitabevi Deneme Ödülünü alan bu kitaptan sonra, tezini kitaplaştırarak Süperler ve Türkiye Türkiye'de Amerikan ve Sovyet Yatırımları adıyla yayınlandı. Altan'ın, Türkiye’deki devlet kavramını irdelemeyi amaçladığı Marks’tan Sevgilerle adlı kitabının yanında, askeri darbelerin ekonomik nedenlerini incelediği Darbelerin Ekonomisi ve Türkiye’den yeryüzüne bakmaya çalıştığı edebi yazılarını içeren Matadorun Ölümü adlı kitapları da bulunmaktadır.

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar

“Tekno-Feodalizm” ve Silikon Vadisi…

Türkiye bayrama adım atmaz dünya da Trump-Musk kavgasının hararetiyle tutuşmaya başladı. Daha o zaman Los Angeles dünyayı sarsmaya...

Silikon Vadisi Şifreleri…

Paldır küldür, ne olduğunu anlayamadan güncelin peşinde yuvarlanıp duruyoruz… Ama galiba esas kurcalanması gereken 21.Yüzyılın ne olduğu ve...

Kamboçya Örneğinden Yola Çıkarak Ülke İtina ile Nasıl Çökertilir?

“Bir ülke nasıl çökertilir?” sorusu, ister istemez “çökmüş bir ülke nasıl olur?” sorusunu da peşinden sürüklüyor. Çökmüş bir ülke...

Trump ve Küreselleşmenin Gücü…

ABD Başkanı Donald Trump, 2 Nisan'da 60 ülkeye yönelik sarsıcı gümrük vergilerini açıkladı. Kimileri bunu “küreselleşmenin” sonu olarak...

Asya-Pasifik, Hindistan ve Orta Sınıflar

Suriye’deki gelişmeler, Orta-Doğu üzerine yapılan analizleri, yorumları ve tartışmaları iyice köpürttü. Orta-Doğu deyince bir müddet sonra sahneye ister istemez...

2024 Nobel Kimya Ödülünü Hangi Makina Almıştı?

Türkiye gündemine çok uzak ama Türkiye'nin yakın geleceği nasıl ıskaladığını gösteren bir soru sorarak başlayalım. Nobel 2024 Kimya Ödülü...

Ağ Toplumu

Kar, kış, kıyamet… Zemheri… Kapalı yollar, ulaşılmayan köyler. * * * 21. yüzyılın ilk çeyreği de hızlıca akıp gidiyor… Bulunduğumuz zaman dilimi belli...

Batı’da ve Türkiye’de Orta Sınıflar…

Batı’daki resmi kaynaklara danışırsanız: “Orta sınıf kavramı, toplumsal ölçeğin merkezinde yer alan nüfusu bir araya getirmektedir. Bir ülkenin ekonomik...