Çeviri Hareketlerinin Ortaya Çıkışının Nedenleri ve Türkiye İslamcılığı

Türkiye’de 60’lı yıllardan itibaren başlayan İslam dünyasının ağırlıklı Arapçadan yapılan çevirilere ilişkin çokça konuşulsa da bu alana ilişkin yapılan nitelikli çalışmaların sayısı oldukça sınırlıdır. Mısır’dan Hasan el Benna, Seyyit Kutup, Muhammed Kutup, Abdülkadir Udeh, Pakistan’dan Mevdudi ile başlayan süreç daha sonra daha geniş bir coğrafi alanı kapsamış, farklı ülkelerden ve farklı dillerden de çevirilerle kültürel birikim zenginleştirilmeye çalışılmıştır. Sıralamak gerekirse, bu çeviriler, Mısır’dan Hasan el-Benna, Seyyid Kutub, Muhammed Kutub, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Abdülkadir Udeh, Muhammed Gazali, Hasan Hudaybi, Mustafa Meşhur, Yusuf el-Karadavi, Zeynep Gazali, Suriye’den Said Havva, Mustafa es-Sibai, Said Ramazan el-Buti,  Pakistan’dan Ebu’l-A’la Mevdudi, Muhammed İkbal, Meryem Cemile, Ebu’l-Hasan en-Nedvi, İran’dan Ali Şeriati, Ayetullah Humeyni, Murtaza Mutahhari, Muhammed Hüseyin Tabatabai, Lübnan’dan Fethi Yeken, M. Hüseyin Fadlallah, Subhi es-Salih, Tunus’tan Raşid Gannuşi, Hindistan’dan Şibli Numani, Mevlana Ebu’l-Kelam Azad gibi isimleri kapsar hale gelmiştir. Türkiye İslamcılığının en azından mukaddesatçı kanadının şu anda iktidarda olduğu göz önüne alındığında o dönem için önemli kültürel bir açılımdır ve oturduğu bağlamın geniş bir sosyo kültürel perspektiften değerlendirilmesini hak etmiştir.

Çeviri hareketlerinin başladığı II. Dünya Savaşı sonrası süreçte uluslararası sistemin yeniden yapılandırılması, küresel ve yerel ölçekte siyasi, sosyal ve kültürel dinamikleri dönüştürürken İslam dünyasının da kendine has dinamiklerle bu süreçten etkilendiği söylenebilir. Soğuk Savaş’ın başlaması, dekolonizasyon süreçleri, ulus-devletlerin yükselişi ve neoliberal ekonomik politikalar, İslami hareketlerin gelişimine eşlik eden politik-ekonomik dinamiklerdir.

1.Dünya Savaşı sonrası uluslararası sistem, ABD ve Sovyetler Birliği arasında çift kutuplu bir yapıya evrilirken yaşanan Soğuk Savaş, kapitalizm ile komünizm arasındaki ideolojik rekabette tarafların kendileri için kullanışlı olabilecek en azından karşı tarafa verilecek zararı maksimize edecek müttefik ve dost arayışını da beraberinde getirmiştir.

Böylece yeni ittifaklar, yepyeni bir dünyanın kuruluşunun habercisi olmuştur. ABD, NATO ve diğer Batı ittifakları aracılığıyla küresel hegemonyasını güçlendirirken, Sovyetler Birliği Varşova Paktı ve bağlantısız ülkeler üzerinden etki alanını genişletmeye çalışmıştır (Brzezinski, 1997; Huntington, 1996). Zbigniew Brzezinski ve Samuel Huntington, bu dönemin “Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılabileceğini ve çok kutuplu bir yapıya doğru kayışın başladığını savunmuşlardır.

Ama daha da önemlisi bu uluslararası sistemsel dönüşümün Türkiye’ye yansımalarıdır. ABD ve müttefiklerinin savaştan galip çıkmaları, aynı zamanda Türkiye başta olmak üzere hangi politik sistemin hakim olacağını zaten öngörmekteydi. 1950’lerle birlikte demokrasiye geçiş sürecinin ve tek parti sisteminin baskıcı atmosferinden sıyrılma, Türkiye’de hem dini hayatın hem de yabancı dillerde kaleme alınan İslamcı literatürden yapılacak çevirilerin önünü açan en önemli yerel faktördü denilebilir.

KÜLTÜREL BAĞLAM

Savaş sonrası yaşanan sistemsel dönüşümün felsefi ve kültürel boyutu ihmal edilirse dini canlanışla birlikte ortaya çıkan çeviri hareketinin oturduğu bağlam, doğru anlaşılamayabilir. Felsefi açıdan “modernitenin krizi” ve “yeni bir dünya düzeninin inşası” olarak değerlendiren Theodor Adorno ve Max Horkheimer’ın, Aydınlanmanın Diyalektiği eserinde dillendirdiği gibi, savaş sonrası dünya, Aydınlanma projesinin hem zaferi hem de yenilgisiydi. Teknolojik ilerleme ve rasyonalite, insanlığa refah vaat ederken, aynı zamanda yeni tahakküm biçimleri (kapitalist hegemonya, kültürel endüstri) ortaya çıkardı. Ayrıca Karl Polanyi’nin ifade ettiği gibi ABD liderliği, ekonominin toplumsal ilişkilerden bağımsızlaşmasını hızlandırarak, insan hayatını piyasa mantığına tabi kıldı. Bir diğer ifade biçimiyle Savaş sonrası dünyada toplumlar, sabit kimliklerin ve yapıların çözüldüğü, sürekli değişim ve tüketim üzerine kurulu bir “akışkan” toplumlara dönüştü.

Aydınlanmanın zaferi, modern çağdan ilham alan seküler hareketleri ve çoğunlukla da sosyalist hareketleri güçlendirirken Aydınlanmanın yenilgisine vurgu yapanlar dine yöneliyordu.  Sanat alanında ise II. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım, derin bir etki bırakmış ve nükleer savaş tehdidine yönelik eleştirel eserlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, özellikle Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombaları, insanlığın yıkıcı potansiyelini gözler önüne serdi. Bu durum, sanatçıları nükleer savaşın dehşeti, insanlığın geleceği ve teknolojinin etik sınırları üzerine düşünmeye itti. Soğuk Savaş dönemi, nükleer silahlanma yarışı ve “karşılıklı garantili imha” (mutual assured destruction) kavramı, sanat eserlerinde sıkça işlenen temalar oldu. Aynı zamanda, savaşın ve nükleer silahların yıkıcı etkileri, bazı düşünürler ve topluluklar tarafından ‘modernitenin hezimeti’ olarak yorumlanmış, bu da dini hareketlerin ve manevi arayışların yeniden canlanmasına neden olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımı ve nükleer silahların kullanımı, Aydınlanma düşüncesinin akıl, bilim ve ilerleme odaklı iyimserliğini sorgulatan bir kırılma noktasıydı. Aydınlanmanın insan aklını yücelten ve teknolojik ilerlemeyi bir kurtuluş olarak gören anlayışı, savaşın vahşeti ve nükleer silahların yarattığı tehdit karşısında eleştirildi. Bu durum, bazı toplulukların ve düşünürlerin dine, maneviyata ve geleneksel değerlere yönelmesine neden oldu.

Savaş sonrası dönemde, Jean-Paul Sartre ve Albert Camus gibi varoluşçu filozoflar, insanlığın anlam arayışını sorguladı. Ancak, bu sorgulamalar bazılarını Hıristiyan varoluşçuluğuna (örneğin, Søren Kierkegaard’ın etkisiyle) veya Katolik Kilisesi’nin yeniden canlanmasına yöneltti. Örneğin, Fransa’da savaş sonrası dönemde Katolik düşünürler (Jacques Maritain gibi) Aydınlanmanın seküler aklını eleştirerek, Hıristiyan değerlerine dönüşü savundu. Öte yandan 1960’larda ABD’de ortaya çıkan hippi hareketi, Batı’nın materyalist ve teknolojik dünyasına karşı çıkarak Budizm, Hinduizm ve diğer doğu dinlerine ilgi gösterdi. Bu, hem yaşanan yıkımın yarattığı korkuya hem de Aydınlanmanın akılcı ve bilimci yaklaşımına açık bir tepkiydi. ABD’de, savaş sonrası dönemde evangelik Hıristiyanlık güç kazandı. Billy Graham gibi vaizler, nükleer çağın korkularına karşı manevi bir sığınak olarak Hıristiyan inancını popülerleştirdi.

Aynı şey farklı neden, nitelik ve içeriklerde de olsa İslam dünyasında da yaşandı. Müslüman Kardeşler hareketi Arap dünyasının farklı bölgelerinde etkinlik alanları inşa ederken, İslamcılığın farklı yorumları da dört bir yanda hakimiyet kurmaya ve nüfuz alanlarını genişletmeye çalışmaktaydı.

Burada İslam dünyasında yaşanan dini canlanmanın sadece politik nedenlerden kaynaklandığını savunmanın mümkün olmadığını, bunun kültürel ve sosyal nedenlerinin de bulunduğunu öne sürerken aynı zamanda hiçbir politik nedeninin bulunmadığını, canlanışın sadece kültürel ve dini kaynaklardan ibaret olduğunu söyleyenlerin iddialarının da yanlışlığına vurgu yapmak gerekir. Dünya savaşlarının yarattığı yıkım, aydınlanmanın yenilgisi, dinlere dönüşün önünü açarken aynı zamanda belirli coğrafyalarda kullanışlı bazı dini yorumlar da ABD ve Körfez ülkelerindeki müttefiklerinin (S. Arabistan vs. gibi) anti komünizm mücadelesine payanda kılınmıştır. Dolayısıyla Türkiye’deki çeviri hareketlerinin de hangi atmosfer içerisinde meydana geldiğini ve geliştiğini anlamak bakımından söz konusu bağlamın önemine işaret etmeye çalıştık.

POLİTİK BAĞLAM

Soğuk Savaş’ın İslami hareketler üzerindeki etkisi, özellikle ABD’nin komünizme karşı Siyasal İslam’ı bir denge unsuru olarak desteklediği iddiası, kısmen doğru olsa da birkaç nedenden dolayı eksik bir tespittir: 1. Önü açılan ya da desteklenen doğrudan Sovyetlere karşı savaşa katkı ve omuz veren Afganistan cihatçıları, Selefiler yani Suudi tipi dindarlıktı. 2. Bazı ülkelerde İslamcılığın önü açılırken bazı coğrafyalarda da tam tersine İslamcılık büyük bir baskıya maruz kalmıştır. 3. İslamcılığın yükselişine katkı sağlayan faktörlerin tamamı politik nedenler olmayıp gelişmiş ülkelerde iki dünya savaşlarında yaşanan yıkım nedeniyle maruz kalınan ontolojik krizin büyük etkisi vardır.

Bölgesel düzeyde, Soğuk Savaş dinamikleri yerel siyasi hareketleri şekillendirirken,  Ortadoğu, Asya ve Afrika’da, Batı’nın komünizm karşıtı politikaları, İslami hareketlerin yükselişine katkıda bulunmuştur. Ancak, “Yeşil Kuşak” veya “Siyasal İslam Kuşağı” gibi kavramsallaştırmalar, doğrudan kanıtlarla desteklenmemektedir. Bununla birlikte, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerindeki Selefi hareketlerin ABD ve NATO tarafından desteklendiğine dair veriler mevcuttur. Bu destek, belirli bir dinin yorumuna veya ABD müttefiki ülkelere yakın dini hareketlere yönelik olmuş; kimliklerden ziyade politik tutumlar ön planda tutulmuştur.

Savaş sonrası dönemde, Avrupa sömürge imparatorluklarının çöküşüyle dekolonizasyon süreci hızlanmıştır. Afrika, Asya ve Ortadoğu’da yeni ulus-devletlerin kurulması, sömürgecilik sonrası kimlik arayışlarını güçlendirmiştir. Dekolonizasyon, İslam dünyasında kimlik temelli arayışları artırmış ve ulus-devletlerin zayıf yapıları, İslami hareketlerin toplumsal taban bulmasını kolaylaştırmıştır

Ekonomik açıdan ise savaş sonrası dönemde, Bretton Woods sistemi (IMF, Dünya Bankası) ve serbest pazar ekonomisi, uluslararası ticareti ve ekonomik entegrasyonu artırmıştır. Ancak bu süreç, yerel ekonomilerde eşitsizlikleri derinleştirmiş ve sosyal hareketlerin, özellikle İslami hareketlerin, ekonomik adaletsizliklere tepki olarak güçlenmesine neden olmuştur. Neoliberalizm ekonomik eşitsizlikleri artırırken bu durum İslami hareketlerin yükselişinde etkili olmuştur.

Türkiye gibi ülkelerde, neoliberal politikalar özelleştirme ve serbestleştirme süreçlerini hızlandırmış, sosyal ve ekonomik eşitsizliklere karşı İslami hareketlerin taban bulmasını kolaylaştırmıştır. Türkiye’de ve İslam dünyasında sosyalist hareketlerin Soğuk Savaş sonrası güçlenmesi, tepki olarak İslami hareketlerin çıkmasına olanak sağlamıştır.

TÜRKİYE’DE İSLAMCILIK VE ÇEVİRİ HAREKETLERİ

Türkiye’de İslami düşüncenin yeniden şekillenmesinde, çeviri hareketleri kritik bir rol oynamıştır. Kemalist devrimlerin neden olduğu düşünsel kopuş, dini düşüncede bir boşluk yaratmış; bu boşluk, İslam dünyasıyla yeni düşünsel bağlar kurularak doldurulmaya çalışılmıştır. Özellikle Suudi Arabistan’ın sponsorluğunda Müslüman Kardeşler literatürünün Türkçeye çevrilmesi, İslami düşüncenin yeniden inşasında etkili olmuştur. Ancak bu çeviriler, dış dinamiklerin yanı sıra iç dinamiklerle de şekillenmiştir.

Çeviri hareketleri, Türkiye’deki İslami camialarda yeni tartışmalar ve fikri etkileşimler yaratmıştır. Çevrilen eserlerin bağlamlarının yeterince anlaşılmaması ve yeni fikirlerin olgunlukla değerlendirilememesi, bazı sorunların ortaya çıkmasına yol açsa da Cumhuriyetin düşünsel kopuşunun yarattığı boşluğu doldurarak, geleneksel dini düşüncenin yeniden değerlendirilmesine ve yeni bir entelektüel ufkun açılmasına katkı sağlamıştır.

Çeviri hareketlerine yönelik eleştirilerden biri, gelenekçiliğe suçlayıcı bir tutumla yaklaşarak İslami söylemin yerel koşullara yabancılaşmasına neden olduğudur. Ancak tecdid ve ihya hareketleri, İslam tarihinin farklı dönemlerinde varlığını sürdürmüş ve yenilenme çabaları dönemin koşullarına göre şekillenmiştir. Çeviri hareketleri, Osmanlı’dan beri devam eden entelektüel dinamizmi canlandırmış ve düşünsel havzaya zenginlik katmıştır.

Sonuç olarak İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası sistemin dönüşümü, İslami hareketlerin yükselişinde belirleyici olmuştur. Soğuk Savaş, dekolonizasyon, neoliberal politikalar ve küreselleşme, bu hareketlerin hem küresel hem de yerel bağlamda gelişimini şekillendirmiştir. Türkiye özelinde, çeviri hareketleri, İslami düşüncenin yeniden inşasında önemli bir rol oynamış; ancak bu süreç, hem fırsatlar hem de eleştirilmeyi hak eden bir takım unsurlar barındırmıştır. İslami hareketlerin gelecekteki gelişimi, küresel ve yerel dinamiklerin etkileşimine bağlı olmaya devam edecektir.

İslam Özkan
İslam Özkanhttps://www.ekopolitik.org.tr/
1996 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Yüksek Lisansını Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Bölümünde, Doktorasını ise Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyolojisi ve Antropolojisi bölümünde tamamladı. Bir dönem yayıncılık alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük; TRT Arapça, TV 5, Kudüs TV, Kanal On4 televizyonlarda haber müdürlüğü ve dış haberler müdürlüğünün yanısıra dış politika dahil farklı konulara ilişkin TV programları yaptı. Bir dönem Yemen el Mesire TV’nin Türkiye temsilciliğini üslendi. Röportaj, yazı ve çevirileri Gazeteduvar, Politikyol ve Yeni Arayış gibi mecralarda yayınlandı/yayınlanmaktadır.

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar

Arap Aklının Yapısökümü ve Yeniden İnşası

Çeviri: İslam Özkan Arap vatanı, çeşitli bölgelerinde hızla yaşanan dönüşümlerle, toplumu derinden etkileyen, iyi planlanmış bir "yumuşak" projenin karşısında olduğumuzu...

Vail Hallak: İçsel Özgürlükten dışsal özgürlüğe: Batı ile “biz”in...

Çeviri: İslam Özkan Giriş: Napolyon’un Mısır’ı işgali, Arap dünyası ile Batı arasındaki doğrudan karşılaşmanın başlangıç noktası olarak kabul edilirse, o...

Toplum ve Din Karşıtı Aydının Eleştirisi: Seküler Arap Aklının...

Çeviri: İslam Özkan Arap dünyasında, kendilerini hem entelektüel elitlere hem de geniş halk kitlelerine "aydın" olarak sunanların sayısı arttı....

Türkiye’nin Suriye’deki Rolü ve İç Siyasi Dinamikler

Türkiye, 2011 yılında patlak veren ve kısa bir süre sonra şiddetli çatışmalara dönüşen Suriye iç savaşında, önce diplomatik...

Orta Güçler ve Sınırlı Dengeleme: Suriye ve 7 Ekim...

Chen Kertcher | Gadi Hitman Çeviri: İslam Özkan Özet Bu makale, Orta Doğu’daki devletlerin büyük stratejilerini açıklamak için “orta güçler” kavramının...

Umman’da Nükleer Diyalog: İran-ABD Görüşmelerinin Stratejik Ufku

Nükleer silahlar, II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası güvenlik sisteminin temel taşlarından biri olarak, yüksek caydırıcılık potansiyeliyle küresel güç...

Suriye’de Yeni Hükümet ve Bölgesel Dinamikler: Fırsatlar, Zorluklar ve...

Suriye, 2011’de başlayan iç savaşın ardından, Aralık 2024’te yeni bir döneme adım attı. Ahmet Şara liderliğindeki HTŞ yönetimi,...

İsrail ve Türkiye: Suriye’de Rekabet ile “Emrivaki” Denklemleri Arasında

Ziya Udeh  Çeviri: İslam Özkan İsrail’in Suriye’deki son dönemde artan askeri hareketliliğinin büyük ölçüde Türkiye ile bağlantılı olduğu artık bir...

Suriye’nin Kurtuluşu Halk Dayanışmasında Yatıyor

  Ratib Şabu Suriyelilerin 2011 Mart’ından beri yaşadığı korkunç sınav, toplumda iki farklı bilinç akımının doğuşuna zemin hazırladı diyebilir miyiz?...

Esad Sonrası Suriye’de Mitleri Yıkmak

Rob Geist Pinfold*   Çeviren: İslam Özkan Özet   Bu makale, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın düşüşüyle ilgili yaygın yanlış algıları sorgulamaktadır. Muhalefet...

Suriye’de Kaos Tehdidi: Azınlık Korkuları ve Yönetim Krizi Üzerine...

Suriye’de 2011 yılında başlayan halk ayaklanmaları, ülkenin toplumsal yapısının karmaşıklığını, etnik yapılar arasındaki fay hatlarının derinliğini ve politik...