Dünya genelindeki cihad grupları, Suriye’deki geçiş hükümetini yakından izliyor. Bazı cihad aktörleri, Ahmet Şeriat’ın pragmatik yaklaşımını benimseyerek iktidara ulaşmayı hedeflerken, diğerleri bunu ilkelerinden ödün verme olarak görüyor ve şiddete dayalı stratejilerine devam ediyor.
Asım el-Defravi
Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani, yoğun ve ustalıkla yürütülen bir diplomasiyle, Tahrir eş-Şam Örgütü (HTŞ) ve onun üyelerinden oluşan Suriye geçiş hükümeti için uluslararası arenada meşruiyet elde etmeye çalışıyor.
Bu hareket sonuç vermeye başlamış görünüyor. Geçtiğimiz Mayıs ayında, ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın huzurunda Suriye Devlet Başkanı Ahmet
Şara ile el sıkıştı ve Suriye’ye uygulanan yaptırımların askıya alındığını duyurdu; bu karar 30 Haziran’da resmiyet kazandı.
Bundan birkaç yıl önce, Şara’nın IŞİD ve El Kaide’nin lideri olduğu dönemde –ki o zamanlar uzun süredir Ebu Muhammed el-Colani adıyla biliniyordu ve başına 10 milyon dolar ödül konmuştu– böyle bir gelişme o dönem hayal bile edilemezdi.
Yeni Bir Dönemin Başlangıcı 11 Aralık 2024
Suriye’de Esad rejimi, yarım yüzyılı aşkın bir sürenin ardından çöktü. Modern tarihin en sert diktatörlüklerinden birinin sona ermesi, ülkede hem sevinç hem de geleceğe dair belirsizlik ve şüphe uyandırdı. Kristin Helberg, Suriye’deki en etkili grupları inceliyor ve soruyor: “İyi insanlar” var mı?
En azından resmen, HTŞ feshedildi ve yeniden yapılandırılan Suriye ordusuna entegre edildi. Ancak eski cihadçıların dönüşümüne ne kadar güvenilebileceği ve etnik-dini çeşitliliğe sahip, hoşgörülü bir devlet kurma kapasiteleri, özellikle Suriye bağlamında şüphe uyandırıyor.
Bu şüphe, geçtiğimiz Mart ayında kıyı bölgesindeki Alevilere karşı gerçekleşen ve bilinmeyen cihad gruplarının yanı sıra HTŞ’nin bazı unsurlarının da parmağının olduğuna dair kanlı saldırılarla daha da artıyor. Yıllarca cihad propagandalarında, Aleviler “kafir” ya da “İslam’dan dönenler” olarak nitelendirilmişti.
“Siyasal Cihadizm” Diye Bir Şey Var mı?
Açıktır ki, Şara’nın Suriye’de devlet başkanı olması, dünya genelindeki cihad grupları üzerinde belki de tamamen bölgesel bir hareket olan Taliban’ın Afganistan’daki etkisinden daha büyük bir iz bıraktı. Zira HTŞ, küresel cihad hedefleri olan El Kaide’den doğmuştu.
Bu nedenle, yeni Suriye hükümeti, siyasi ustalıkla ve hatta on ya da on beş yıllık bir sabırla iktidarın ele geçirilebileceğini gösteriyor. Bu, cihadçıları mutedil pragmatizmi benimsemeye ikna edebilecek önemli bir olay.
Suriye’deki rejim değişikliği, Colani’nin milis lideri olarak dini olmayan bir meşruiyet biçimi kurmayı başarması nedeniyle cihadçılar içinde “olumlu” bir gelişme olarak görülüyor. Amerikan araştırmacı Aaron Y. Zelin, buna “siyasal cihadizm” adını veriyor.
Belli bir düzeyde hoşgörü, etkin idari yapılar kurma ve yerel halkın ihtiyaçlarına duyarlılık, Şara’nın başarısında rol oynadı. Ayrıca, iktidarı devraldığında sivil ismi Ahmet Şara’yı yeniden kullanması, bu stratejinin bir parçası gibi görünüyor.
HTŞ, siyasete katılan ilk cihad grubu değil. 2000’lerin başında Libyalı cihadçılar, el Kaide ideolojisinden resmen uzaklaştılar ve 11 Eylül saldırıları da dahil olmak üzere intihar saldırıları ile sivillere yönelik şiddeti kınayan açıklamalar yaptılar. Kaddafi’nin düşüşüne katkıda bulundular ve şimdi Libya’nın karmaşık siyasi yapısının bir parçasını oluşturuyorlar. Ancak IŞİD’in bir süre Sirte’yi kontrol etmesine rağmen, Libya artık cihadçılar için merkezi bir odak noktası değil. Yine de Suriye örneği, tarihi ve jeopolitik önemi nedeniyle çok daha kritik.
Sahil Bölgesinde Şara’nın Çekiciliği
Afrika’nın Sahil bölgesi, yaklaşık yarım milyar insanı barındırıyor. Bu, tüm Avrupa Birliği ülkelerinin toplam nüfusuyla eşdeğer. Dünyanın en yoksul bölgelerinden biri olan Sahil, Moritanya ve Senegal’den başlayarak Mali, Burkina Faso’nun kuzeyi, Cezayir’in güneyi, Nijer, Nijerya’nın kuzeyi, Çad, Sudan, Eritre ve Etiyopya’yı kapsıyor; bazı coğrafyacılar Cibuti ve Somali’nin bazı kısımlarını da buna dahil ediyor.
Cihad burada yayılmaya devam ediyor ve yerel gruplar Suriye’deki durumu yakından izliyor, bu da onları ya mutedil pragmatizme ya da daha fazla radikalleşmeye yönlendirebilir.
el Kaide’nin Sahil kolu olan Nusratu’l-İslam ve’l-Müslimin (İslamve Müslümanlara Destek), Suriye hakkında resmi bir açıklama yapmamış olsa da, New York’taki Soufan Merkezi’nde Sahil ve Suriye uzmanı Wassim Nasr’a göre, bölge büyük bir ilgiyle izleniyor. Özellikle Burkina Faso, Mali ve Nijer’de bu grup, büyük şehirleri ele geçirip yakında İslam emirlikleri kurabilir.
Nasr’a göre, El Kaide’nin müttefikleri, “küresel cihaddan çıkarak uluslararası tanınırlık ve yardım elde etme” yönünde siyasi ve diplomatik bir fırsat fark ettiler. HTŞ’nin İdlib vilayetini etkin bir şekilde yönetmesi ve en azından başlangıçta yerel halkın güvenini kazanması dikkatle izlendi. Mali’de dikkat çekici bir şekilde, Nusrat el-İslam vel-Müslimin, cihadçı olmayan diğer muhalif gruplarla koalisyon kurarak ülkeyi birlikte yönetmeyi önerdi.
Ancak Sahil, Suriye değil. Afrika ülkeleri daha yoksul, eğitim seviyesi çok daha düşük ve yerel El Kaide kolları, Şara rejiminin iç politikaları ve özellikle kadın haklarına yönelik hoşgörüsünden son derece şüpheli.
HTŞ’ye Alternatif Olarak Radikalleşme
Bununla birlikte, Suriye’deki iktidar değişikliği, cihad gruplarını daha fazla şiddet kullanmaya da teşvik edebilir; örneğin, Büyük Sahra’daki İslam Devleti. Bu bölgesel IŞİD kolu, HTŞ’nin Suriye’deki yönetimini sert bir şekilde eleştiriyor. IŞİD’in resmi bülteni “en-Nebe”de, HTŞ üyeleri “cihaddan politikacılığa dönenler” olarak nitelendiriliyor ve İslam ilkelerine ihanet etmekle, İslam’ın düşmanlarıyla ittifak kurmakla suçlanıyor. IŞİD, HTŞ modelinin kendi vahşi terör yönetimine meşruiyet kaybettirmesinden korkuyor ve kendini tek “gerçek” cihad grubu olarak konumlandırmaya çalışıyor.
2003’teki Irak’ta olduğu gibi, IŞİD bir kez daha kaos ve halkın bölünmesi üzerine, etkili IŞİD stratejisti Ebu Bekr Naci’nin “Vahşetin Yönetimi” adlı kitabındaki yaklaşıma dayanarak iktidarı ele geçirmeyi hedefliyor.
Bu strateji, 22 Haziran’da HTŞ yönetimindeki Şam’da bir kiliseye düzenlenen ve 25 kişinin öldüğü ilk büyük intihar saldırısıyla yeniden gün yüzüne çıktı. Saldırının IŞİD ya da “Seraya Ensar es-Sünne” (Ensaru’s Sunne Tugayları) grubu tarafından gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği henüz kesinleşmedi.
Şimdi Suriye’nin yeni yöneticileri farklı senaryolar arasında bir seçim yapmak zorunda: Eğitim seviyesi daha yüksek olan Suriye toplumuna uyarlanmış “hafifletilmiş” bir Taliban modeli mi izleyecekler? Yabancıların hoş karşılandığı ancak yönetimin kısmen İslami ve otoriter olduğu Körfez ülkeleri benzeri bir model mi kuracaklar? Yoksa Suriye, İslami hoşgörünün bir modeli mi olacak?
Suriye’deki gelişmeler, küresel cihadın ve siyasal İslam’ın geleceği üzerinde derin bir etki bırakacak. Ahmet Şara’nın geçmişi, bu iki olgunun tek bir homojen kitle olmadığını gösteriyor. Pek çok cihadçı, 11 Eylül saldırılarının vahşetinden ve IŞİD’in Irak ile Suriye’deki sahte hilafetinden uzaklaştı; en azından bazıları şiddetten vazgeçmeye ikna edilebilir.
Ancak bu dönüşümün başarısı, büyük ölçüde Suriye deneyinin kendisinin başarısına ve Avrupa Birliği ile Almanya’nın yeniden yapılanma çabalarına sağlayacağı kritik desteğe bağlı.
Çevirinin orijinaline erişmek için tıklayınız.