Amerikan İran Saldırısı: İsrail Savaşı Kazandı mı?

İhab Cebarin*

Savaşta olduğu gibi siyasette de her zaman zafer kazanmak gerekmez. Bazen girişimi elinde tuttuğunu göstermek yeterlidir. Rakibini, halkını ya da müttefiklerini, uçurumun kenarında olsan bile oyunu senin yönettiğine inandırmak yeter.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun İran’a karşı ani tırmanışın ardından geçen haftaki davranışları bu şekilde anlaşılabilir.

İran’ın derinliklerine yönelik bir dizi nitelikli saldırı, her yöne çelişkili mesajlar ve güç ile egemenlik söylemini bilinçli bir şekilde devreye sokma. Sanki Gazze’de kontrolü kaybeden ve iç kamuoyunda desteği azalan Netanyahu, ipleri elinde tutan bir lider kisvesi altında öne doğru kaçmayı seçti… Ama bu ipler yanıyor.

 Başlangıç Sahnesi: Gazze’de Zafer Yok, Anlaşma da Ufukta Görünmüyor 

2025 Haziran ayının başına kadar İsrail, kuruluşundan bu yana en karmaşık stratejik sahnelerden biriyle karşı karşıyaydı. Gazze’de zafer yok, anlaşma ufukta görünmüyor.

Trump yönetimi, ateşkes için ürkek bir baskı uyguluyor; ancak Axios’un geçen hafta yayınladığı bir raporda belirtildiği üzere, Washington’daki karar alma kurumları Tahran’la doğrudan bir tırmanışa sürüklenmek konusunda tereddütlü.

Ordu yorgun, uluslararası toplum İsrail’e karşı tavır alıyor. Cephe açık ve maliyetli, Husilerin saldırıları devam ediyor, İsrail iç kamuoyu füze saldırıları, güven kaybı ve elitler arasındaki bölünmeler altında inliyor.

Bu tıkanıklık paralelinde, güvenlik ve siyasi kurumlar içinde daha cesur tartışmalar şekillenmeye başladı:

– Gazze’de bir yenilgi olarak pazarlansa bile büyük bir esir takası anlaşması zamanı mı geldi?

– Yoksa İsrail’i stratejik ablukadan çıkaracak ve masayı yeniden düzenleyecek yeni bir savaş mı gerekli?

Netanyahu için anlaşma seçeneği, siyasi sonunun tohumlarını taşıdığı için sönük görünüyordu. Ancak İran’a karşı tırmanış, onun gözünde çifte kazançlı bir hamleydi: Birincisi, dikkatleri dağıtmak; ikincisi, herkesin – Trump da dahil – sakinleşmeyi tercih ettiği bir anda ABD’yi müdahaleye zorlamak.

 Tahran’a Doğru: Kaçmak Delilik Değildir 

Bugün gerçekleştirilen Amerikan saldırısı, sadece bir askeri macera değil, iç ve bölgesel hesapların birikimiyle gelen bir doruk noktasıydı. İsrail tek başına İran’ın nükleer tesislerini yok edemez. Fordow reaktörü dağların altına gömülü, yeni Natanz ise uzaktan bombardımanın etkisiz kalacağı kadar güçlendirilmiş. Bu gerçek, Mossad tarafından biliniyor ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir gibi şahinler tarafından kabul ediliyor.

Ancak İsrail’in başka bir kozu var: Ölçülü tırmanış yeteneği, kartları karıştırma ve Washington’u utandırarak harekete geçmeye zorlayacak bir uluslararası kriz yaratma. Ve görünüşe göre bunda başarılı oldu.

Bugünkü Amerikan saldırısından sonra temel soru şu: Askeri müdahale gerçekten İran tehdidini sona erdirmek için mi yapıldı, yoksa Washington bunu Tahran’la daha geniş bir anlaşmaya zemin hazırlamak için bir baskı aracı olarak mı kullanıyor? Bu, İsrail’in hesaplarını aşarak sahneyi müzakere masasında yeniden çizebilir mi?

Netanyahu ilk seçeneğe oynasa da, içten içe biliyor ki, görev süresinin sonuna yaklaşan Trump, kapsamlı ve uzun süreli bir savaşa girmeye hazır değil.

Söylemden Gerçeğe: Sözün Şiddeti mi, Eylemin Şiddeti mi? 

İçeride Netanyahu, favori silahına sarıldı: Ateşli söylem. “İran’ın tüm tesislerini vurabiliriz,” “Tahran’ın diz çökmesini istiyoruz,” “Nasrallah’ın öldürülmesi İran ekseninin omurgasını kırdı.”

Bu hamasi söylem, hava görüntüleri ve tarihe göndermelerle besleniyor. Ancak bu gösterinin ardında acı bir gerçek yatıyor: İsrail her senaryoda ABD’ye bağımlı. İran rejimini devirmek istiyorsa, anahtar Pentagon’da. Nükleer tesisleri yok etmek istiyorsa, Amerikan bombardıman uçaklarına ihtiyaç var. Diplomatik bir anlaşmaya zorlanırsa, Washington’un şemsiyesi şart.

Bu nedenle, bugünkü Amerikan saldırısından sonra asıl soru tersine dönüyor: İsrail, Washington’un finali şekillendirmesine izin verecek mi, yoksa ateşi tek başına yakma hakkını elinde tutmaya mı çalışacak?

Pearl Harbor’dan Hiroşima’ya: Tarihi Benzetmelerin Cazibesi 

Olayı büyütmek için İsrailli yetkililer ve yazarlar tarihi benzetmelere başvurdu:

“Tersine Pearl Harbor,” “İran’ın Hiroşima’sı,” hatta bazıları “1967 gibi Ortadoğu’yu değiştirecek bir darbe”den bahsetti.

Ancak bu tarihe dönüş, güçten çok kırılganlığı ortaya koyuyor. İran’ın cevabı gecikmedi ve hassas noktalara ulaştı, bu da askeri ve hükümet denetim çevrelerinde “panik” hali yarattı.

Saatler içinde, yabancı medyaya karşı önlemler alındı; Arap muhabirlere sorgulamalar yapıldı, ekipmanlara el konuldu. Askeri sansür, vatandaşların videolarla belgelediği detayların yayınlanmasına anında kısıtlamalar getirdi.

Amaç sadece güvenlik gizliliği değil, “üst el” anlatısını canlı yayında çökmeden kurtarmaktı.

İç cephede, İsrail Acil Durum İdaresi’nin tahminlerine göre 22 binden fazla tazminat talebi kaydedildi. İbrani medyasına göre, felaket bölgelerinden 8 binden fazla İsrailli tahliye edildi, iç turizm rezervasyonları %40 düştü ve hava sahası tamamen kapatıldı.

Yine de sokaklar henüz patlamadı. Esir ailelerinden büyük çaplı protestolar çıkmadı, hükümete yönelik öfke zemini kaymadı. Neden mi?

Çünkü Netanyahu, yirmi yıldır savaşı 1967 anlatısını yeniden canlandıran ve önceki ile gelecek kırılmaları gizleyen “varoluşsal” bir mesele olarak pazarlamayı başardı. Ancak bu birlik, savaş uzarsa veya saldırılar oyunun kurallarını değiştiremezse uzun süre dayanmayabilir.

 İran’ın Tepkisi: Gösteri ile Uyarı Arasında 

İronik olarak, sınırlı olmasına rağmen İran’ın cevabı, İsrail bilincinde savaşı yeniden tanımladı. Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü’nde (INSS), Tahran’ın “kabiliyetini gösteren ancak topyekûn savaşa itmeyen” hesaplı bir yanıt seçtiğine dair analizler öne çıktı. Buna karşılık, bazı güvenlik çevreleri, yanıtın kendisinin İsrail’in İran’ın “kırmızı çizgilerini” aştığını doğruladığını ve daha fazla tırmanışa kapı açtığını düşünüyor.

Dikkat çekici olan, farklılığın sadece araştırma kurumlarıyla sınırlı kalmayıp siyasi elitlere de uzanması: Netanyahu “büyük başarıları” tanıtırken, rasyonel elitler “stratejisiz bir macera” konusunda uyarıyor, diğerleri ise “Netanyahu’nun siyasi bekası için bizi açık bir çatışmaya sürüklüyor” endişesini dile getiriyor.

 İsrail Bugün İran’ı Nasıl Görüyor? 

İsrail’in bakış açısına göre, İran sadece nükleer silah peşinde koşan bir devlet değil, Yemen’den Gazze’ye, Irak ve Lübnan üzerinden uzanan bir eksenin başı.

Ancak İsrail, İran’la Hizbullah veya Hamas’la olduğundan tamamen farklı bir şekilde ilgileniyor: Direniş hareketleriyle savaş istihbarat ve taktik odaklı, liderlerin tasfiyesi ve yapıların parçalanmasına odaklanıyor. İran’la ise savaş sembolik ve stratejik: Egemen altyapıyı yok etme, caydırıcılığı kırma ve bir analistin Israel Hayom’da yazdığı gibi, onu “hava sahası ihlal ve işgal edilmiş bir devlete” dönüştürme.

Amaç sadece caydırıcılık değil, İran’ın imajını tamamen bozarak kendi kendine başarısızlığa sürüklemek, işgal veya istila gibi karmaşık bir şeye gerek kalmadan.

Bugün İsrail sadece bir yol ayrımında değil, derin kırılganlığını ortaya çıkarabilecek bir aynanın karşısında. Gazze’de hedeflerinden hiçbirini gerçekleştiremedi. İç cephede tam bir tükenmişlik yaşıyor. Uluslararası alanda her gün meşruiyet kaybediyor. Ve ABD’de, en yakın müttefikler bile sakinleşmesini talep ediyor.

Bu erozyonun ortasında, İran’a yönelik darbe, sahneyi yeniden ele geçirmek için son bir saman çöpü. Ama bu, aynı zamanda boşluğa son sıçrayış da olabilir. Gazze savaşını sona erdirecek bir anlaşma veya İran’ın nükleer programını donduracak bir mutabakat olmadan, İsrail Ortadoğu’daki tüm kartlarını yakmış olacak… Ve elinde kart kalmayacak.

Asıl tehlike, saldırının büyüklüğünde değil, çıkış stratejisinin yokluğunda yatıyor. Sıkıntı sadece Tahran veya Gazze’de değil, İsrail’in güç fazlasını sürdürülebilir bir siyasi başarıya çevirmedeki yetersizliğinde.

Bu noktada, her açık cephe ek bir yük, yeni bir fırsat değil. Atılan her füze, İsrail’i büyük bir yüzleşmeye yaklaştırabilir… Önce kendisiyle. İleri bir saldırı adımı gibi görünen şey, kırılma çizgisine dönüşebilir. Özellikle savaşlar tavansız, plansız ve ortaklar olmadan yürütülüyorsa.

Belki de bu yüzden İsrail şu anda her zamankinden daha güçlü… Ve her zamankinden daha kırılgan görünüyor!

Yazının orijinaline aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

İslam Özkan
İslam Özkanhttps://www.ekopolitik.org.tr/
1996 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Yüksek Lisansını Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Bölümünde, Doktorasını ise Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyolojisi ve Antropolojisi bölümünde tamamladı. Bir dönem yayıncılık alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük; TRT Arapça, TV 5, Kudüs TV, Kanal On4 televizyonlarda haber müdürlüğü ve dış haberler müdürlüğünün yanısıra dış politika dahil farklı konulara ilişkin TV programları yaptı. Bir dönem Yemen el Mesire TV’nin Türkiye temsilciliğini üslendi. Röportaj, yazı ve çevirileri Gazeteduvar, Politikyol ve Yeni Arayış gibi mecralarda yayınlandı/yayınlanmaktadır.

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar

Çeviri Hareketlerinin Ortaya Çıkışının Nedenleri ve Türkiye İslamcılığı

Türkiye’de 60’lı yıllardan itibaren başlayan İslam dünyasının ağırlıklı Arapçadan yapılan çevirilere ilişkin çokça konuşulsa da bu alana ilişkin...

Arap Aklının Yapısökümü ve Yeniden İnşası

Çeviri: İslam Özkan Arap vatanı, çeşitli bölgelerinde hızla yaşanan dönüşümlerle, toplumu derinden etkileyen, iyi planlanmış bir "yumuşak" projenin karşısında olduğumuzu...

Vail Hallak: İçsel Özgürlükten dışsal özgürlüğe: Batı ile “biz”in...

Çeviri: İslam Özkan Giriş: Napolyon’un Mısır’ı işgali, Arap dünyası ile Batı arasındaki doğrudan karşılaşmanın başlangıç noktası olarak kabul edilirse, o...

Toplum ve Din Karşıtı Aydının Eleştirisi: Seküler Arap Aklının...

Çeviri: İslam Özkan Arap dünyasında, kendilerini hem entelektüel elitlere hem de geniş halk kitlelerine "aydın" olarak sunanların sayısı arttı....

Türkiye’nin Suriye’deki Rolü ve İç Siyasi Dinamikler

Türkiye, 2011 yılında patlak veren ve kısa bir süre sonra şiddetli çatışmalara dönüşen Suriye iç savaşında, önce diplomatik...

Orta Güçler ve Sınırlı Dengeleme: Suriye ve 7 Ekim...

Chen Kertcher | Gadi Hitman Çeviri: İslam Özkan Özet Bu makale, Orta Doğu’daki devletlerin büyük stratejilerini açıklamak için “orta güçler” kavramının...

Umman’da Nükleer Diyalog: İran-ABD Görüşmelerinin Stratejik Ufku

Nükleer silahlar, II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası güvenlik sisteminin temel taşlarından biri olarak, yüksek caydırıcılık potansiyeliyle küresel güç...

Suriye’de Yeni Hükümet ve Bölgesel Dinamikler: Fırsatlar, Zorluklar ve...

Suriye, 2011’de başlayan iç savaşın ardından, Aralık 2024’te yeni bir döneme adım attı. Ahmet Şara liderliğindeki HTŞ yönetimi,...

İsrail ve Türkiye: Suriye’de Rekabet ile “Emrivaki” Denklemleri Arasında

Ziya Udeh  Çeviri: İslam Özkan İsrail’in Suriye’deki son dönemde artan askeri hareketliliğinin büyük ölçüde Türkiye ile bağlantılı olduğu artık bir...

Suriye’nin Kurtuluşu Halk Dayanışmasında Yatıyor

  Ratib Şabu Suriyelilerin 2011 Mart’ından beri yaşadığı korkunç sınav, toplumda iki farklı bilinç akımının doğuşuna zemin hazırladı diyebilir miyiz?...

Esad Sonrası Suriye’de Mitleri Yıkmak

Rob Geist Pinfold*   Çeviren: İslam Özkan Özet   Bu makale, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın düşüşüyle ilgili yaygın yanlış algıları sorgulamaktadır. Muhalefet...

Suriye’de Kaos Tehdidi: Azınlık Korkuları ve Yönetim Krizi Üzerine...

Suriye’de 2011 yılında başlayan halk ayaklanmaları, ülkenin toplumsal yapısının karmaşıklığını, etnik yapılar arasındaki fay hatlarının derinliğini ve politik...