Amerikan Muhafazakarlığı ve Cumhuriyetçi Parti’nin Metamorfozu

Giriş: Farklı bir Muhafazakarlık Örneği

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) kuruluşundan beri mevcut olan iki düşünce akımından birisi olan muhafazakarlık, ithal edilmiş olduğu Birleşik Krallık ve Avrupa muhafazakarlık düşüncesinden toplumsal kökeni ve siyasete yaklaşımı açısından önemli farkları olan bir içeriktedir. Avrupa’daki muhafazakarlık önce Birleşik Krallık’ta Fransız Devrimi sıralarında Bristol’u temsilen seçilmiş olan bir siyasetçi olan Edmund Burke’nin ileri sürdüğü siyasal iddialar ve savlara dayanan bir düşünce sistemidir. Siyasal olarak monarşi ve kralı, toplumsal olarak aristokrasiyi korumak ve onların varlığını, yönetme haklarını ve biçemini (üslubunu) savunmak için geliştirilmiş olan fikirler manzumesi olarak ortaya çıkmıştır. Amerikan muhafazakarlığı cumhuriyetçidir ve sadece moınarşiye karşı değil, tekil bir kral / kraliçe yönetimine de muhalefet ederek hayata geçmiştir. ABD’nde muhafazakarların savunabileceği bir aristokrasi olmadığı gibi, Amerikan muhafazakarlığı ilk çıktığında eşitlikçiydi; ayrıcalıklı bir üst toplum sınıfının varlığını da reddetmişti. Amerikan muhafazakarlığı, Birleşik Krallık’ta muhafazakarların savunduğu büyük toprak sahiplerinin tarım ekonomisinden kaynaklanan çıkarları ve kırsal toplum değerlerine de mesafeliydi[1]. Klasik liberal iktisat ve piyasa uygulamalarını savunan bu muhafazakarlığın piyasada varsıllaşan sanayi ve finans sermayesi veya sermayedarlarıyla da bir sorunu bulunmamaktadır. Bu açıdan Amerikan muhafazakarlığı, örneğin Türkiye’deki muhafazakarlık gibi küçük çiftçi ve köylünün değerleri ve çıkarlarını, kırsal toplumun uygulama, değer ve kurumlarını da savunan bir içerikte de değildi.

Doğduğu 18. yüzyılın sonundan itibaren Amerikan muhafazakarlığı, değişen dünya ile birlikte çeşitli değişiklikler geçirmiştir. Ancak, tüm muhafazakarlık türlerinde olduğu gibi Amerikan muhafazakarlığının da odağında hızlı ve ilerlemeci (progressive) değişiklik fikrine duyulan tepki (reaction) hiç değişmeden korunmuştur. İlerleme (progress) adına yapılan hızlı, sadece usa vurmaya (rationality) dayanan değişikliklere duyulan büyük ve derin şüphe, ne kadar farklı içerikte olsa da tüm muhafazakarlık türlerini bir arada tutmaya, onlar arasında bir dayanışma ve ortaklık hissi yaratmaya olanak sağlamıştır. Amerikan siyasetini en derinden etkileyen gelişmelerin başında deri rengi farklarına vurgu yapan ırkçılık, siyah beyaz ayrımı ve çatışması ile köleliğin kaldırılması için yapılan mücadelenin ortaya çıkarttığı iç savaş olmuştur. ABD’nin kırsal güney eyaletlerinin toplum yapısında beyaz, muhafazakar çiftlik sahipleri, Avrupa’daki hemcinslerine benzeyen kırsal değerler ve kurumlar üzerinden bir muhafazakar düşünce ve siyaset oluşturmuşlardır. Bu toplumsal düşüncede aile, beyaz ırk üstünlüğü ve din (Protestan Hristiyanlık) temel değerler olarak yüceltilerek korunmuştur. Bu muhafazakaralar kadın hakları, eşitliği ve özgürlüğüne, siyahi Afrika kökenlilerin hakları ve eşitliğine, Katoliklere, Musevilere, Müslümanlara, seküler yaşantı ve düşünceye (secularism) sadece mesafeli olmakla kalmamış, aynı zamanda tepki gösteren bir tutum içinde (reactionary) olagelmişlerdir. Bu tür muhafazakarlığın siyasetinde eşit ve farklı siyasal partiler ve hareketlerin yarışması, rekabeti söz konusu olmaktan çok, ahlaki üstünlüğe sahip olduklarına inandıkları değerler için hasımlarını düşman olarak görerek onlarla mücadele etmek, savaşmak ve yok etmek söz konusudur. Güney eyaletlerinde siyaset genellikle beyaz ırk üstünlüğünü savunan bu muhafazakarların tek parti rejimine yol açmıştır[2]. 1960’lara kadar bu muhafazakar siyasetçiler Demokrat Parti üyesi olmuş, o parti rozetiyle Congress’e (yasama meclisine) seçilerek güney eyaletlerini temsil etmişlerdir.

ABD’nin kuzey eyaletlerinin muhafazakarları ise aile, Protestanlık gibi değerlerde güneyli hemcinsleriyle uyum içinde olsalar dahi, kırsal toplumun değerleri ve kurumlarıyla uyum içinde olmamışlardır. Onlar New York, Boston, Pennsylvania, Chicago gibi sanayileşmiş eyaletler, kentler, şirketler, sigorta ve bankaların sahipleri veya paydaşları olup, kentli toplumların liberal değerlerini, özellikle iktisaden klasik (17. yüzyıl) serbest piyasacı liberalizm fikirlerini savunagelmişlerdir. Bu durumda çoğu ılımlı sağ, ılımlı muhafazakar gibi tabirlerle anılan bir siyasal düşünceye sahip olan Cumhuriyetçi Parti üyeleri olan bu muhafazakarlar, belirli konularda, güneyli hemcinsleriyle, onlar Demokrat Partili olsalar bile, uzlaşarak Congress’te bir çok yasa veya kararın alınmasında etkili olmuşlardır. Bu uygulamalara Congress’teki parti grupları sıraları arasındaki koridorun öbür tarafındaki parti grubuna uzanıp el sıkışarak siyaset yapmak (reaching across the aisle) adı verilmiştir. Uzun yıllar boyunca Congress’deki parti disiplini zayıf olan Demokrat ve Cumhuriyetçi Partiler, konuların sol ve sağ içeriklerine göre kolayca saflaşarak yasa çıkartmak için gereken çoğunlukları oluşturabilmişler ve Amerikan Başkanlık sistemini felç etmeden çalıştırmayı başarmışlardır. Ancak, 1970’lerden itibaren bu süreç yavaş yavaş aksamaya ve Amerikan siyasetinde, başta yasa ve bütçe yapımı süreçleri olmak üzere kenetlenme (gridlock) kavramı öne çıkmaya başlamıştır.

Siyasal parti grupları Congress’te çok daha ideolojik bir yapıda, birbirlerinden uzaklaşarak ve disiplinli olarak çalışmaya başlamıştır. Böylece, 1970’ler ve özellikle Reagan’ın Başkanlığı döneminde 1980’lerden itibaren, bilahare Clinton, Bush, Obama, Trump gibi başkanlar zamanında bütçe yasalarını Congress’ten zamanında çıkartmak olanaksız hale gelmiştir. Bunun üzerine üç – dört aya varan sürelerle çeşitli federal bürokrasilerin işlerini durdurmaları ve memurlarına maaş ödeyemeyerek onları kısa süreli işten çıkarmaları söz konusu olmuştur. 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başında yaşanmaya başlayan bu gelişmeler Amerikan siyasetindeki muhafazakarlığın değişimiyle de paralel bir gelişmedir. Güney’deki Demokrat muhafazakar politikacılar saf değiştirerek Cumhuriyetçi Parti saflarına katılmaya; böylece hem kuzey hem güney eyaletlerinin muhafazakarları Cumhuriyetçi Parti içinde toplanmaya başlamıştır. Aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar Demokrat Parti içinde yer alan popülist politikacılar da saf değiştirmeye başlamıştır. 1960’larda itibaren Barry Goldwater, 1970’lerden itibaren George Wallace gibi muhafazakar politikacıların popülizme sarılmasıyla birlikte Cumhuriyetçi Parti içinde güneyli muhafazakarların etkisi ve gücü de iyice artmıştır. 1980’lerde Ronald Reagan, 1990’lardan itibaren de Newt Gingrich gibi güneyli politikacıların sol ve seçkin (elite) karşıtı etkili siyasi söylemleriyle birlikte ılımlı kuzey muhafazakarları Cumhuriyetçi Parti içinde yerlerini çok daha köktenci (radical) fikrilere sahip, sağcı, beyaz ırk üstünlüğü savunusu yapan, kürtaj ve kadınların hakları ve özgürlükleri karşıt olan, dinci (Protestan siyasal dinci), sekülerlik karşıtı ve dindarlığı eğitimde daha fazla etkili kılmayı savunan  bir siyaset erbabına veya sınıfına terk etmeye başlamışlardır.

Bu esnada Amerikan solu da daha fazla eşitlikçi, ırkçılık ve dincilik karşıtı (seküler), özgürlükçü ve ayrımcılık karşıtı bir siyasal söylem ve ideoloji savunusuna geçmiş, bu düşüncedeki siyasetçiler de kendilerine Demokratlar arasında daha fazla yer bulmuşlardır. Bu durumda Cumhuriyetçi Parti daha sağa doğru meylederken, Demokrat Parti de daha sola kaymaya başlamış, aralarındaki ideolojik mesafe açılarak iki farklı kutup ortaya çıkmıştır. Ilımlı liberal veya ılımlı muhafazkarlar küçük bir azınlık halini almaya başlarken, Congress’de partiler arasındaki koridorun karşı tarafına uzanabilen pek temsilci veya senatör kalmamıştır. Yasama süreçleri başta olmak üzere Amerikan siyasal sisteminin çalışması bu gelişmelerden zarar görmeye başlamıştır.

Cumhuriyetçi Parti ve Muhafazakar İktidarlar

Amerikan muhafazakarlarının kuzey ve güney olarak birleşmesiyle iki tane çok farklı, hatta uyuşması imkansız ideolojik bakış açısının füzyonu yaşandı. “İlk olarak, güney muhafazakarlığı, kuzey muhafazakarlarının hayranlık duyduğu ilkelere aykırı ilkelere dayanan Konfederasyon’a [ayrılıkçı ve İç Savaş’ta kuzeyle savaşan sisteme] sevgiyle bakmaktaydı. Kuzey muhafazakarlığı, bireyin toplumdaki temel ahlaki birim olduğu ve herkesin eşit olduğu liberal ilkesini benimsemekteydi. Güney muhafazakarlığı, bu ilkenin derinden reddedilmesine dayanıyordu.”[3] Oysa İç Savaş sırasında ayrılıkçı güneyin (Confederacy) Başkan Yardımcısı olan Alexander Stevens gayet açık bir biçimde güneyli muhafazkarlığın ana fikrini şöyle açıklamaktaydı: “Yeni hükümetimiz, [Bağımsızlık Bildirgesi’nin] tam tersi bir düşünce üzerine kurulmuştur; temelleri, köşe taşları, zencinin (Afrika’da ithal siyahi kölelerin) beyaz adama eşit olmadığı; köleliğin, üstün ırka tabi olmanın onun doğal ve normal durumu olduğu büyük gerçeği üzerine inşa edilmiştir.”[4] İkinci önemli fark ise, güneyli muhafazakar beyaz politikacıların ister Demokrat Parti ister Cumhuriyetçi Parti üyesi olsunlar kendi eyaletlerini bir tek-parti yönetiminin denetim ve baskıcı rejimi altında yönetmiş olmaları geleneğiydi[5]. Onlar için siyaset muhalefete karşı verilen bir uygarlık savaşı mahiyetinde olup, sadece kültürel ayrımlar, ırk ve din gibi kimlikler üzerinden yapılan bir mücadele hatta savaştı. Bölüp yönetmek dışında bir stratejileri yoktu ve karşılarındaki muhalefeti farklı görüşlere sahip olan ama meşru bir düşünce akımının unsuru olarak değil, kendilerinin sahip olduğu Hristiyan milliyetçiliği ve beyaz ırk üstünlüğüne dayanan uygarlığı yok etmeye yönelmiş bir düşman veya hain olarak görüyorlardı. Bu görüşün demokrasi ile pek bir ilişkisi bulunmadığı gibi, otoriter bir parti ve liderinin yönetimini doğal ve hakça gerçekleştirilmesi gereken bir buyurganlık politikası olarak kabullenmiş bulunuyorlardı.

Güney ABD’ni tek parti sultasıyla yöneten muhafazakarlar yanlarına kuzeyli muhafazkarları da aldıklarında artık yeterince büyük bir çoğunluğa sahip olduklarına ve böylece her seçimi kazanrak ABD siyasal sistemini bir tek-parti rejimi olarak otoriter bir biçimde yönetebileceklerini hesaplamayı 1970’lerin başında Nxon Başkanlığı sırasında düşlemeye başlamışlardı. Soğuk Savaş sonrasındaysa bu yönetim tarzını sadece iç politikada değil, dış politikada da geliştirebileceklerine kani olmaları çok uzun sürmedi. Başkan George W. Bush’un yönetimi sırasında ortaya çıkan neo-conservative akım olarak muhafazakarlık, tam da bu tür bir aşkıncı (transcendentalist) otoriter ideolojinin ve iktidarın her şeyin, hukukun bile üzerinde olduğu savını ileri sürerek dünyaya yaklaşmaya başladı. Ancak, hesapta olmayan bir gelişme, özellikle Cumhuriyetçi Parti içinde güçlü hale gelen güneyli muhafazakarları müthiş rahatsız eden bir siyasal gelişme oldu: Bush’un ikinci dönemi bittiğinde Demokrat Parti adayı Barack Hussein Obama Başkan seçildi! Beyaz ırk üstünlüğüne inanan güneyli demokratların insan olarak bile kabul etmedikleri bir Afrika kökenli Amerikalı’nın Başkan olması Amerikan siyasetindeki liberal – muhafazakar ( Demokrat – Cumhuriyetçi) çatışmasını yeni boyutlara taşıdı. Bir de Nobel Barış Ödülü alan Barack Obama’nın Başkanlığı süresince muhafazakarlar O’nun aslında Afrikalı olduğu, Amerikan vatandaşı olmadığı, görevden azledilmesi ve sınır dışı edilmesi gerektiğini vurgulayıp durdular. Aynı zamanda muhafazakarların göçmen ve sığınmacılara karşı daha sert ve acımasız davranılması için yaptıkları çağrılar daha da kuvvetlendi. Nihayet, Obama’nın ikinci kere de seçilmesinin önüne geçilemediğinde adeta ayaklanma içerikli direniş hareketleri ortaya çıkmaya başladı. Bunlardan ilki Çay Partisi (Tea Party) hareketi oldu. Özgürlük talep eden manifestolar yayınlandı[6]. Obama’nın on milyonlarca Amerikalı’ya ilk kez sağlık sigortası hakkı tanıyan sağlık reformu yasası (Affordable Care Act) yasalaşıp uygulanmaya başlayınca, muhafazakarların direnci iyice alevlendi. Artık, Amerikan siyasetinin temel çatışma alanının iyice böl ve yönet ilkelerinin gölgesinde gelişen bir ırkçı ve dinci çatışma, dışlama ve muhalefeti sindirip yok etme savaşına dönüşmesi, özellikle Obama’nın ikinci başkanlık döneminin bittiği 2016 seçimlerinden itibaren yaşanmaya başlandı. Artık muhafazakarlar için iktidar her şeydi; ideolojinin ve özellikle demokrasi ve anayasal ilkelerin bir anlamı kalmadığı bir anlayışa doğru hızlı bir kayış başladı. Bu ortamda iktidarın aracı ve temel unsuru olarak parti teşkilatı ve lideri iyice öne çıkmaya başladı. Giderek merkezileşen Amerikan parti siyasetinde Cumhuriyetçi Parti adeta lidere sorgusuz sualsiz itaat edilen bir kültürel varlığa dönüştü. Liderin gerçek – ötesi söyleminin iyice sistematik bir hal aldığı 2017 – 2021 arasındaki dönemde de, gerçek yerine alternatif gerçek olarak takdim edilen yeni bir dizi varsayım ve önerme gelişti. Bunlardan en vahim olanı 6 Ocak 2021’de Congress’e yönelik ve beş görevlinin hayatını kaybettiği olaylar oldu. Bu olaylar barışçıl özgürlük (liberty) protestoları olarak Cumhuriyetçi Parti ileri gelenleri tarafından takdim edildi. Bu takdime karşı çıkan kuzeyli muhafazakarlar, özellikle Wyoming seçim bölgesini temsil eden Temsilciler Meclisi üyesi Liz Cheney, büyük eleştirilere maruz kaldı.

Bu gelişmeler bir kez daha siyasal iktidara sahip olmak ve onu herhangi bir ideolojik ilkeye bağlı olmaksızın gerçek-ötesi iddialara dayalı olarak yönetmek tanımlanabilecek bir muhafazakar hareketin egemenliğinde olan bir Cumhuriyetçi Parti üretti. Bu aşamada düşman gördüğü her türlü yapı, fikir, kurum veya kişiyi yok etmeye yönelen bir Cumhuriyetçi Parti yönetimi artık hayata geçmiş oldu. Bu yıkım siyaseti 2025 yılında Başkan Donald J. Trump’ın iktidara geçmesiyle birlikte federal hükümet bürolarının kapatılması ve memurlarının işten çıkarılmasıyla, göçmen ve sığınmacı tutuklanmaları ve sınır dışı edilmeleri furyası halinde sürerken, dış politikada da Grönland’ın, Panama’nın, Kanada’nın işgali / fethi önermeleri, sadece düşman olarak addedilen ülkelere değil müttefiklere bile yüksek ticaret tarifeleri veya yaptırımlar uygulamak gibi örneklerle sürdü. ABD’nin gücünü her fırsatta göstermek için gerekirse küçük ülkeleri işgal etmek ve hırpalamak gerekliliği fikri Irak işgalinden beri 21. yüzyılda Amerikan muhafazakar siyasetçileri tarafından önerilmeye başlandı. Siyasal şiddeti özendiren ve teşvik eden, askeri güç kullanımını meşrulaştıran ve destekleyen bu tür yaklaşımların yaygınlaşması son yıllarda daha da güç kazandı.

Sonuç: ABD’nde artık başka bir muhafazakarlık olgusu var

Sonuçta liberal piyasa ekonomisi, devlet yapısını küçültmek, özellikle devlet kurumları ve bürokratları tarafından düzenlemelerle yenilik üretmek fikrine direnç, toplumsal yaşamın farklı sınıfların varlığı nedeniyle eşitsiz olmasına karşın, özellikle kanun önünde bireylerin eşitliğini vurgulayan muhafazkarlık düşüncesinden, 1960’lardan itibaren yükselen güneyli muhafazakarlığın siyasal etkileri altında uzaklaşılması söz konusu oldu. Artık kürtaj karşıtlığı gibi Hristiyan milliyetçiliği, beyaz ırkın üstünlüğüne dayalı bireylerin yasalar önünde eşitliğini reddeden ırkçılık esaslı; siyasette muhalefeti düşman olarak gören ve onunla savaşarak yok etmeye çalışan bir muhafazakarlık anlayışının başat olması söz konusu oldu. Bu yaklaşım hem iç hem de dış siyasette şiddet kullanmayı meşru gören, hatta ülkesini savunan başkanın hiçbir yasayı ihlalinin mümkün olmadığını savunan, yasalar üstü bir başkan, adeta monark / kral figürü vurgusu yapan bir muhafazakarlığa dönüştü. Bu muhafazakarlığın yerli ve milli olma (native – national) iddiası, aynı zamanda Amerika’nın çıkarlarının (America First) ne kuzey muhafazakarlarının ideolojik yaklaşımıyla, ne de anayasanın koyduğu sınırlarla kısıtlanamayacağı bir siyasal güç kullanımını meşrulaştırması söz konusu oldu. Bu güç anlayışı müttefik olarak antlaşmalarla bağlanan Kanada, Danimarka veya Panama gibi ülkelerin topraklarını ele geçirme gibi girişimleri dahi dışlamayan bir içerikle karşımıza 2025’te çıktı. Siyasal güce vurgu yapan, hatta güce adeta tapan, onun sınır tanımayan uygulamalarını iç ve dış politikada savunan bu muhafazakarlık yaklaşımının gerek ABD iç siyasetinde, gerek dünya siyasetinde nelere mal olacağını herhalde yaşayarak göreceğiz.


Kaynakça

[1] Bu konuda ABD’nin güney eyaletlerinde çoğu Afrikalı köle emeği kullanarak üretim yapan beyaz (Avrupalı) çiftçi, büyük toprak sahiplerinin ırk ayrımcılığını kabul eden muhafazakarlık anlayışı, uzun süre Amerikan toplumu ve siyasetinde başat olan kuzey eyaletlerindeki muhafazakarlıktan farklı olarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir.

[2] Key, V. O. (1984) Southern Politics in State and Nation (Tennessee, University of Tennessee Press).

[3] diZerega, Gus (16 Şubat 2025) “The Suicide of American Conservatism,” Liberal Currents (https://www.liberalcurrents.com/the-suicide-of-american-conservatism/): 9.

[4] Aynı eser: 10.

[5] Aynı eser. 10.

[6] Armey, Dick (2010). Give Us Liberty: A Tea Party Manifesto. (New York: Harper Collins).

Ersin Kalaycıoğlu
Ersin Kalaycıoğlu
Ersin Kalaycıoğlu, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonomi bölümünden (1973) mezun olduktan sonra Iowa Üniversitesi Siyaset Bilimi programından doktorasını almıştır (1977). Akademik kariyerine İstanbul Üniversitesi’nde başlayan Kalaycıoğlu, bu üniversitenin İktisat Fakültesi’nde 1977-82 arasında doktor asistan olarak, aynı üniversitenin Siyasal Bilimler Fakültesi’nde (1982-84) doçent olarak çalıştı. Iowa ve Minnesota üniversitelerinde misafir akademisyen olarak bulunan Kalaycıoğlu, 1984-2002 arasında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyeliği yapmıştır. Ersin Kalaycıoğlu, İstanbul Politikalar Merkezi kıdemli uzmanı ve Sabancı Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi profesörüdür. Sabancı Üniversitesi’ne katılmadan önce, Kalaycıoğlu 2004-2007 arasında Işık Üniversitesi rektörlüğünü üstlenmiştir.

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar

Türkiye’nin Yeni Yönetimlere Gereksinimi Var mı?

Ülkemizde giderek artan bir merkezileşme, adeta siyasal sistemin bir hiper merkeziyetçi niteliğe bürünmesiyle birlikte süren bir dizi seçilmiş...

Değişen Çağın Siyasal Neticeleri Üzerine…

Giriş: Çağ Yine Değişiyor, Ya Toplum ve Siyaset? 1760’tan itibaren kesin kanıtları ayan beyan belli olan, ama belki de...

Dünya’da Yükselen Otoriterlik Dalgası mı?

Giriş Sanayi Devrimi ve ona takaddüm eden Reformasyon sonrasında bilimsel düşüncenin etkinleşmesi, teknolojide ve onun etkisiyle ekonomi ve toplumda...

Avrupa ve Amerika’da Muhafazakârlık Üzerine

Ülkemizde sık sık telaffuz edilen bir kavram muhafazakârlık. Aslında tam ne anlamda kullanıldığı veya kullananların bu kavramın kökenlerine...