2025 yılına gelindiğinde, gelişmiş ekonomilerdeki insanların yaklaşık 6 trilyon dolar bir miras birikimine sahip olduğu hesaplanmakta,
Bu, ilgili ülkelerin gayri safi yurt içi hasılalarının %10’una denk geliyor… Bu oran 20. yüzyılın ortalarında %5 civarındaymış.
Liberal eğilimli ünlü İngiliz dergisi The Economist, 27 Şubat tarihli sayısında “miras” konusunu ele aldı.
Ama asıl kıyamet Fransa’da kopuyor.
Çünkü günümüzde miras yoluyla edinilen servet eşitsizliğinin yüksek düzeyi 19. yüzyıl Fransa’sını hatırlatıyor.
Toplumsal hareketliliği engellediği için hem endişe verici bir olgu olarak kabul ediliyor, hem de orta sınıflar arasında kızgınlığı körüklüyor.
“Baby boomer” terimi, II. Dünya Savaşı’nın sonu ile 1960’ların ortası arasında doğan kuşağı ifade eder. Bu kuşak emeklilik yaşına geldi
Ve bu kuşak 2040 yılına kadar her yıl 677 milyar Euro, toplamda ise elindeki 9 trilyon Avroluk serveti çocuklarına aktaracak… Jean Jaures Vakfı, durumu “tarihin en büyük servet transferi” olacak nitelemekte.
Bu servet transferi sonucu 21. yüzyıl Fransa’sı yeniden mirasçılar toplumu haline geliyor.
Fransa’da miras yoluyla kazanılan servet artık ulusal servetin %60’ını oluşturmakta.
Yarım yüzyılda neredeyse ikiye katlanan ve aşırı bir yoğunlaşmaya yol açan bir durum… Çünkü 1970’lerin başında bu oran sadece yüzde 35’ti.
Başbakana bağlı bir kuruluş olan Ekonomik Analiz Konseyi 4 yıl önce “Miras, bir kez daha sanayileşmiş ülkelerin zenginliğinin oluşumunda belirleyici bir faktör haline geliyor” uyarısında bulundu.
Bu noktaya neden ve nasıl gelindi?
Bu anlamak için galiba önce Ecole des Hautes Études en Sciences Sociales’in araştırma direktörü Thomas Piketty’nin çalışmalarıyla belgelenen son yüz yılın tarihine bakmak gerekiyor.
1914 yılında Fransa’daki eşitsizlikler zirveye ulaştı.
Ancak iki dünya savaşı, yıkımlar, işletme iflasları ve bazen de kamulaştırmalarla sonuçlanan olaylar, ülkenin zenginliğindeki miras payını ciddi şekilde azalttı.
Kartlar yeniden karıldı.
Özellikle 1945’ten sonra enflasyon servetleri baltalarken, “Otuz Şanlı Yıl”da sürdürülebilir ekonomik büyüme sayesinde daha kalabalık ve iyi ücretli bir işgücünün ortaya çıktığı görüldü.
Aynı zamanda refah devletinin inşası ve güçlü bir yeniden dağıtım sisteminin kurulması servet aktarımının ağırlığını sınırladı.
Ancak bu eğilim, 1970’lerde başlayan çeşitli ekonomik krizlerle önce aşındı, sonra tersine döndü. Büyüme yavaşladı, bununla birlikte işgücü gelirleri de azaldı.
Durgunluklar işsizliğe neden oldu.
Öte yandan varlıklar, gayrimenkuldeki ve borsadaki sert yükselişten yararlandı.
1980’lerden bu yana yapılan değişiklikler vergilendirmenin kademeli niteliğini giderek zayıflattı. Bugün miras vergisi, çok sayıda muafiyet, indirim ve vergi kaçamağıyla dolu.
Muafiyetlerin tamamından ustalıkla yararlanılarak, vergisiz olarak aktarılan tutar 1 milyon avroya kadar çıkabiliyor.
Bu durumu düzeltmek de zor görünüyor. Çünkü siyasetçilerin büyük çoğunluğu bu vergi meselesine dokunmaktan korkuyor.
Aynı zamanda “otuz şanlı yıl” boyunca tam kapasite çalışan sosyal asansör de bozuldu.
Bu miras mekanizması, en büyük servetlerin zengin ailelerden gelen bireylere ayrıldığı bir toplumsal düzeni şekillendiriyor.
Başkaları, çabaları, liyakatleri veya yeterlilikleri sayesinde yüksek maaşlar elde etseler bile, servet bakımından en üst noktalara ulaşmaları imkânsız gözükmekte.
Fransa’da yalnızca çalışarak elde edilen gelirle önemli bir zenginliğe ulaşmanın son derece zor olduğunu kanıtlanmış gibi.
OECD’ye göre Fransa’da gelir dağılımının en altındaki bir kişinin “ortalama gelire” ulaşması bile altı nesilden fazla zaman alıyor.
Bu, ABD’deki (beş jenerasyon), Euro Bölgesi ortalamasındaki (dört buçuk) ve İspanya’daki (dört) ortalamadan daha fazla.
“Zenginliğin oluşumunda mirasın çalışmadan daha önemli olduğu bir toplumun ” çağı yakalama imkânı da ortadan kalkıyor.
Çünkü miras, babadan (ve daha nadiren de olsa anneden) çocuğa geçtiğinde ekonomik olarak “etkin olmama” eğilimi artıyor.
Mirastan elde edilen para, borsa, finansal yatırımlar veya kripto varlıklar gibi yeni varlık biçimleri aracılığıyla çoğaltılıyor. Yatırımı veya inovasyonu teşvik etmek içinse çok az şey yapılıyor.
Bu durum, potansiyel büyümenin ve dolayısıyla çalışanların aleyhine gelişiyor.
Ayrıca, yaşam süresinin uzamasıyla birlikte servet giderek yaşlılarda yoğunlaşıyor. Fransa’da her on haneden altısından fazlasında 60 yaş üstü kişilere miras kalıyor. İnsanların girişimlerini başlatmak veya şirketlerin büyümesine yardımcı olmak için fonlarını özel sermayeye yatırmak yerine parayı biriktirmeye daha yatkın olduğu bir yaş bu.
60 ila 69 yaşları arasında ortalama tasarruf oranı %18 iken… 40 yaşın altında bu oran %10’un altında.
Côte d’Azur Üniversitesi’nde sosyal ve politik felsefe öğretim görevlisi olan Mélanie Plouviez yeni yayınlanan “Mirasın Aktarımının Yeniden Düşünülmesi” adlı kitabında, Fransa’daki servet eşitsizliğindeki patlamayı ve bunun sonucu olarak miras yoluyla elde edilen servetin büyüyen payını kaygı verici bir şekilde resmediyor.
Plouviez, 2025 Fransası’nın, Balzac’ın 1835’te Goriot Baba adlı eserinde tasvir ettiği aşırı eşitsiz Fransa’ya birçok bakımdan çok benzediğini anımsatıyor.
Plouviez kitabında ve röportajlarında konuyu derinlemesine irdeliyor:
“Miras konusu, 2022 başkanlık seçimleri sırasında kamuoyunda yeniden gündeme geldi; ancak esasen ‘daha fazla veya daha az vergi’ sorusuyla sınırlıydı:
Aileden miras aktarımının meşruiyeti konusunda hiçbir değerlendirme yapılmadı.
- Yüzyıl’da ise miras konusu herkesin dilindeydi.
Gallica adlı çevrimiçi platformda, bu tema üzerine 19. yüzyıldan kalma yaklaşık 50.000 eser sıraladım, hepsini okumaya bir ömür yetmez…
Gracchus Babeuf’tan Jeremy Bentham’a, John Stuart Mill’den Jean Jaurès’e, Alexis de Tocqueville’den Pierre-Joseph Proudhon’a kadar birçok düşünür ve yazar tarafından miras kurumu incelendi, sorgulandı, itiraz edildi…
O dönemdeki miras tartışmalarındaki bu bolluk, toplumsal ve siyasal hayal gücümüzün bugünkü yoksulluğuyla tezat oluşturuyor. Bu nedenle Fransız Devrimi sırasında ve 19. Yüzyıl’da ortaya çıkan miras tartışmalarına geri dönmenin faydası vardır.”
“Bu muazzam yapı, artık bizim için yabancı hale gelmiş bir düşünceyle kesişiyor: Robespierre’in, Saint-Simoncuların ya da Durkheim’ın gözünde, kişisel mülkiyet, sahibinin ölümüyle ortadan kalkmak zorundadır.
Bu yazarlar, bireysel mülkiyet haklarını reddetmezler, ancak bunları sahibinin yaşam süresiyle sınırlarlar.
Bunu yaparken melez mülkiyet teorisini icat ediyorlar: yaşarken bireysel, öldükten sonra toplumsal.
Bu kavram bugün için ilgi çekicidir:
Bireysel mülkiyete olan modern bağlılığımızı, bireysel veya ailevi çıkarlardan daha yüksek bir hedefle uzlaştırmamızı sağlar.”
“Miras” meselesi, ortaya çıkan toplumsal eşitsizlik nedeniyle Avrupa’yı sarsıyor… Mirasçının kendisi tarafından hak edilmemiş bir servete konması, toplumsal eşitsizliğin miras yoluyla sürdürülmesi, mirasın sosyal mobilitenin önünde bir engel teşkil etmesi, miras kalan paranın yaratıcılığa ve üretime dönüşememesi gibi konular yeni çözümler aranmasını hızlandırıyor.
Bu konuda radikal çözümler gelir mi yoksa sadece vergilerle bir denge mi aranır ya da durum olduğu gibi sürdürülür mü bilmiyoruz ama…
Miras artık ciddi biçimde tartışılan bir konu.