Değişen Çağın Siyasal Neticeleri Üzerine…

Giriş: Çağ Yine Değişiyor, Ya Toplum ve Siyaset?

1760’tan itibaren kesin kanıtları ayan beyan belli olan, ama belki de esasen 1600’lerden tarım ekonomisinde başlamış olan Sanayi Devrimi, o tarihten beri kesintisiz sürüyor; üstelik pek de hız kesmeden. Teknolojide önce buhar gücü, demir ve çelik kullanımının yaygınlaşması sonucu makineleşme ile başlayan süreç 19. yüzyılın başında, elektrik, doğal gaz, petrol ve üretimde montaj hatlarının kullanımıyla kitlesel üretim çağına geçti. 20. yüzyılın  ikinci yarısında elektrik, iletişim, yazılım, yenilenebilir enerji, otomasyondaki gelişmelerle birlikte bilgisayarlaşma çağına ulaştı. Şimdiki zamanlarda da sibernetik ve robotik üretim, kendini üreten robot vb. uygulamalarla akıllı üretim çağına ulaştı. Bu değişimin önemli neticeleri ortaya çıktı: 

  1. Bu süreçler aynı zamanda emeğin de akışkanlığını (mobility, seyyaliyet) artırmıştır.  Bunun sonucu olarak sosyo-ekonomik ve siyasal nedenlerle küresel Güneyden Kuzeye doğru kitlesel göç hareketleri yaşanmaktadır. 
  2. Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte tek bir iktisadi ideoloji (neo-liberalism / globalism) dünyada etkili olmuştur. Bunun küresel etkileri belirli iktisat politikalarının ulus devletler ve uluslararası kuruluşlar eliyle uygulanmasına yol açmıştır. 
  3. Dünya’da büyük bir ekonomik yapı değişikliği, üretimden başlayarak ve özellikle gelişmiş ekonomilerden itibaren dünyaya yayılmaktadır. Otomasyon, robotların, yapay zeka, arttırılmış gerçeklik (augmented reality) ve yapay gerçekliğe (virtual reality) dayalı tasarım, düşünme ve üretim büyük gelişme göstermiştir.
  4. Bunun sonucunda büyük bir iletişim, veri derleme ve işleme kapasitesi ve çok büyük hacimli veri tabanları (Big Data) ortaya çıkmıştır.
  5. Dünyada milli-devletlerin sınırları önemini bir ölçüde yitirmiş, küresel iletişim ve bağlantılılık (interconnectivity) müthiş artarak yeni boyutlara ulaşmıştır.  

Bu değişimin en etkili ve belki de en önemli sonucu iletişim ve enformasyon kullanımı süreçlerinde yaşanıyor. Cisco Systems’e göre dünya 9 Eylül 2016 günü dünyadaki tüm kullanıcıların internet kullanım hacmi 1 zettabyte’ı geçti. (https://blogs.cisco.com/sp/the-zettabyte-era-officially-begins-how-much-is-that). 

Sanayi Devrimi küresel bir dünya ekonomik sistemi ortaya çıkarttı. İktisat neo-liberal piyasa uygulamasıyla buna belirgin bir biçim verdi; müthiş bir servet yarattı ama paylaşmada da müthiş sorunlara gark olduk.  Küreselleşme olanak da, sorun ve felaket de üretiyor. İklim değişikliği bir örnek, salgın da bir diğer örnek, arz zinciri ve enerji dar boğazları başka birer örnek. Bunlarla nasıl başa çıkacağız? Küreselleşmeyi nasıl yöneteceğiz? Küreselleşme çağında toplumsal ve siyasal sistemlerimizi nasıl yönetebileceğiz? 

Küreselleşmiş Ekonomi ve İletişim Çağında Siyasal Yaşantı

Halen hükümet etmeye yol gösteren üç büyük ideoloji ve onların ütopyaları var: Demokrasi; liberal ve popülist türleriyle, milliyetçilik yurttaşlık/civic ve etnik/ırkçı türleriyle, sosyalizm otoriter / totaliter ve demokratik türleriyle bize farklı “İyi Toplum İmgeleri” sunuyorlar.  Bunlardan sosyalizm her üç türüyle de şimdilik gözden düşmüşe benziyor. Milliyetçilik hem de etnik milliyetçilik olarak bir dönem Avrupa’dan dışlanmışken, ABD’nde 1960’lardan itibaren geriletilmişken şimdi ırkçılık özelliği de kazanmış olarak geri geliyor. İç siyasette azınlıklarla sorunlu, insan hakları ve özgürlüklere sadece “üstün etnik grup / ırk” açısından bakıyor; komşularla sorunlu, dış politikada irredentist, reziyonizme eğilimli ve sert güç kullanmaya meyyal; kolayca devlet içinde iç savaş ve devletlerarası savaş üretmeye eğilimli bir ideoloji olarak etkili olmaya aday durumda bulunuyor. 

Demokrasinin liberal türüyle yönetilen hükümetlere ve onları yöneten siyasilere büyük hayal kırıklığı, gücenme, kırgınlık hatta kızgınlık ile yaklaşan kitleler oluştu. Liberal demokrasinin kurumları ve siyasal yetkelerine olan güven sorunlu olmaya başlıyor. Bu ortamda popülist ve kolayca otoriter olabilen “sandıksal demokrasi” türleri gelişmek için uygun ortam buluyorlar. Liberal demokrasi içerde popülist politikacılar ve onların karizmasına kapılan kitlelerin, dışarıdan da otoriter / totaliter devletlerin saldırısı altında. Bu saldırılar bertaraf edilebilecek mi?

Küreselleşmeyle milliyetçilik ilişkileri fevkalade sorunludur; bunların bir arada sürdürülebilirliği şüphelidir. Demokrasi de “halk yönetimi” olduğuna göre, milli-devleti aşan, küresel bir dünyada “halk” kimdir? Halk milli-devlette olabilirse de devlet dışında ve ötesinde bir halk kavramının anlamı bulunmakta mıdır; eğer varsa nedir? Küresel dünyada demokrasi olabilir mi? Bu soruları artırabiliriz, ama yanıtlamak şimdilik mümkün olmuyor.

Dany Rodrik bu konuda büyük bir zorlukla karşı karşıya olduğumuzu ileri sürüyor:  “…Özellikle, dünya ekonomisinin temel politik üçlemi (trilemma) olarak adlandıracağım şeyi anlamaya başlıyorsunuz: demokrasiyi, ulusal kendi kaderini tayin hakkı ve ekonomik küreselleşmeyi aynı anda sürdüremeyiz. Küreselleşmeyi daha da ileriye götürmek istiyorsak, ulus devletten veya demokratik politikadan vazgeçmeliyiz. Demokrasiyi sürdürmek ve derinleştirmek istiyorsak, ulus devlet ile uluslararası ekonomik entegrasyon arasında seçim yapmalıyız. Ve ulus devleti ve ulusun kendi kaderini tayin hakkını korumak istiyorsak, demokrasiyi derinleştirmek ile küreselleşmeyi derinleştirmek arasında seçim yapmalıyız. Sorunlarımızın kökleri, bu kaçınılmaz seçimlerle yüzleşme konusundaki isteksizliğimizde yatıyor…” 

Elektronik iletişim teknolojisinin verdiği olanakları fütursuzca kullanan devlet ajanları, psikolojik savaş uzmanları, “hacker”ların olduğu bir dünyada seçmen listelerine güven nasıl sağlanacaktır? Demokraside halkın kendi kaderini tayin için iradesini oluşturmakta en kritik rolü oynayan enformasyon, bilgidir. Özellikle sosyal medyadan elde edilen enformasyonun aslında dezenformasyon veya misenformasyon olmadığını anlamak giderek zorlaşıyor. O zaman birileri, özellikle büyük güçlerin psikolojik harp daireleri bizim seçmen olarak karar alırken belli bir biçimde düşünmemizi sağlamakta etkili olabilecek bir kapasiteye ulaşmış bulunuyor. Bu durumda seçmen iradesi ve tercihleri ciddi şekilde manipüle edilebilirse, artık bunlardan bahsetmek anlamlı mıdır? Özellikle küresel iletişimin bağlantılılığı (inter-connectivity) ulusal toplumların yaşantısının kültürel içeriğini ve demokratik siyasetin mümkün olup olmadığını sorgulamamızı kaçınılmaz kılıyor. 

Küreselleşmenin iktisadi etkisi de aynı derecede büyük bir gelişme ve sorun üretmekte etkili olmuştur. Özellikle üretimin küreselleşmesi ve çok sayıda mamulün parçalarının farklı konumlarda üretilmesine olanak sağlayan küresel liberal ekonomi, COVID-19 salgını sırasında sınırların kapanması dolayısıyla büyük tedarik zinciri sorunlarına ve ekonomik daralmaya neden olmuştur. Şirketlerin üretimlerinin aksaması, bazılarının iflası, işten çıkartmalar bu yaşanan sorunların sadece bir kısmıdır. Aynı zamanda büyük bir iktisadi faaliyet, gelir ve servet artışı ortaya çıkmasına karşın, bu büyüyen pastanın dağılımı fevkalade kötü olmuş, çok küçük bir kesim trilyonlarca dolar servete sahip olurken, geniş kitlelerin, özellikle reel gelirleri pek değişmemiş hatta azalmıştır. Aynı zamanda değişen üretim teknolojisi sonucunda eski sanayi işletmeleri kapanmış, iş ve mesleklerde büyük değişiklikler ortaya çıkmıştır. Birçok ülkede ekonominin yapısı da değişmiştir. ABD manifaktür üretiminden büyük ölçüde çıkarken, hizmetler kesiminde, özellikle yazılım, görsel medya, eğitim, turizm, bankacılık gibi alanlarda büyük atılım yapmıştır. Ancak, manifaktürde çalışan işyerlerinin kapanması, geçimi buna dayanan kent ve kasabalarda büyük işsizlik, mesleksizlik, kırgınlık ve hayal kırıklığına dayanan öfke dolu kitleler ortaya çıkartmıştır. Hizmetler kesiminde çalışmayan mavi ve beyaz yakalı orta ve işçi sınıfı üyelerinin yaşam standartları büyük ölçüde zarar görürken, onların siyasal tercihleri de ciddi ölçülerde aşırı sağ ve aşırı sola doğru kaymaya başlamıştır. Küreselleşmeyi ve onunla ilintili gördükleri siyasal seçkinler, bürokratlar, devlet ve AB gibi devletlerarası kurumlar, akademisyen, gazeteci v.b. kesimleri günah keçisi hatta düşman olarak gören bu çalışan kesim mensupları aşırı sağ etnik milliyetçi, dinci, ırkçı siyasal akım ve politikacıları destekleyerek onların popülist söylemlerini benimsemişlerdir. Rodrik’in 2011’deki öngörüsünde olduğu gibi küreselleşme bir yandan demokrasinin yozlaşmasına yol açarken, diğer yandan da popülist aşırı sağ akım, parti ve politikacıların mesajlarının etkili bir çağrıya dönüşmesinde etkili olmuşa benzemektedir.   

Medya ve sosyal medya kullanılarak insanların algılarını, bildiklerini ve hatta akıl sağlıklarını şüpheye düşürmek, İngilizcesiyle gaslighting, artık hiç de zor değildir. Bu yolla büyük sermaye trilyonlarca dolara sahip olarak teknoloji şirketleri ve X (Twitter) gibi internet siteleri ve enformasyon araçlarını seferber ederek, insanların düşünce sistemleri manipüle edilebilmekte, hakikat itibarsızlaştırılabilmekte, gerçeğin içeriği ters yüz edilebilmekte ve onları denetleyen sermayenin istediği günah keçileri yaratılarak geniş seçmen kitlelerinin o günah keçilerine düşmanca yaklaşmaları sağlanabilmektedir.  İşleri ve meslekleri tehlikeye giren orta ve alt sınıfların, Sanayi Devrimi ve teknolojik değişmeden kaynaklanan bu duruma değil de, liberal iktisat, çevrecilik, sosyal demokrasi gibi belirli ideolojilere, ırkçılık ve cinsiyetçilik karşıtlığı gibi düşüncelere öfke ve kırgınlıklarını kusmaları sağlanabilmektedir. Büyük sermaye bu yolla kendisini güven altına alırken, popülist hareketler ve liderler eliyle kamu fonları ve kaynaklarını daha da etkili bir biçimde kullanabilme yollarını bulabilmektedir. Bundan en büyük zararı gören liberal demokrasi olurken, aşırı sağda faşizm benzeri ideolojiler seçmenlerin desteği ile iktidara gelebilmekte, bütçe, kaynak ve fonları yine orta ve alt sınıflar aleyhine değiştirerek onları yoksulluk içinde yönetmeye devam edebilmektedir. 

Sonuç: Sanayi Devriminin Büyük Başarısı, Liberal Demokrasinin Aşınması

Liberal demokrasinin büyük bir zorlukla karşılaşmakta olduğu, en pekişmiş demokrasilerde bile göze çarpmaktadır. Orta sağ ve sol gözden düşerken, aşırı sağ ve daha küçük ölçülerde de aşırı sol partiler güç kazanmaktadır. Bu da demokrasinin zora girmesine, seçmenlerin tercihlerindeki değişmeyle özellikle faşizm benzeri ideolojilerin etkisindeki siyasal liderler ve partilerin iktidarları her yerde olmasa bile, ABD başta olmak üzere Batı Avrupa ülkelerinde kurulabilecekmiş gibi durmaktadır. Üretim (manifaktur) teknolojisiyle birlikte iletişim teknolojisindeki müthiş gelişme bu yolda kritik bir etkide bulunmuşa benziyor. Özellikle mavi yakalı çalışanların yerini hızla robotlar alırken ve beyaz yakalı hizmet kesimi işlerinin de benzer olarak otomasyona ve robotikse tahsis edilmeye başlanmasıyla, geniş kitlelerde işsizlik hatta mesleksizlik olgusu, yoksullaşma ve orta yaşlardan itibaren değersizleşme, itibarsızlaşma, prestij kaybı gibi olgulara yol açmaktadır.  Bu gelişmelere öfke ve kırgınlık duyan kitleler, onları gerisin geri 1950’lere geri döndürerek, ne kadar imkansız da olsa, tekrar eski işlerini yaratabileceklerini vaad eden popülist politikacılara kurtarıcı gibi sarılmaktadır. Geleceğini geçmişte arayan kitlelerin ilerleme karşıtı söylemlere sahip çıkmasıyla faşizm benzeri, özellikle ırkçı ve göçmen karşıtı ideolojilerin güdümündeki, siyasal lider ve partilerin iktidarı mümkün olmaktadır. 

Bu siyasal gelişmeler toplumların toplumsal veya kültürel fay hatları üzerinden ayrılarak, kimlikler ve kültürel mem’ler üzerinden bitmez tükenmez bir biçimde çatışmasına yol açmaktadır. Bu kültürel çatışmaların içeriği dini, etnik, cinsiyetçi v.b. simge, mem ve değerler ile tanımlandığı için burada bir orta nokta, siyah – beyaz karşıtlığı dışında bir gri alan tesisi olunamamakta, bitmez tükenmez ve her zaman aynı tartışmaları tekrar eden bir çatışma olgusuyla karşılaşılmaktadır. Bu durum hem yönetimde böl ve yönet (divide et impera) kolaylığı sağlamakta, hem de yapılan çeşitli iktisadi kaynak ve değer tahsislerine de kitlelerin eleştirel bir biçimde yaklaşmalarına olanak sağlamamaktadır. Esas odaklanılan toplumsal ve kültürel değer ve kimlikler olduğundan varsıllık – yoksulluk, sınıfsal farklar ve tahakküm kolayca göz ardı edilebilmektedir. Üstelik, toplumda aşiret / kabile benzeri bir ayrışmaya yol açan bu tür siyasal ortamlar adeta takım tutar gibi fanatik bir biçimde parti ve lidere bağlanmayı sağladığından, onların her yaptığı desteklenmek zorunluluğundaymış gibi kabul görmektedir. Bu arada medya ve sosyal medyadaki yayınların psikolojik etkisiyle algı, bilgi ve hatta akıl sağlığı bile sorgulanabilecek hale gelen partizan kitleler, liderlerinin zaman içindeki mesaj tutarsızlıklarını bile göremeyecek hale gelmekte, sadece o anı yaşayan ve o anda söylenenlere sahip çıkıp desteklemekle görevli olarak kendilerini görebilmektedirler. Bu ortamda kendilerini güvende gören trilyon dolarlara hükmeden büyük sermaye, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, hukuk devleti v.b. değer, olgu ve normalara aldırmaksızın, kendi varlık ve hükümranlıklarını faşizm benzeri bir siyasal iktidar altında sürdürmektedirler. 

Kolay bir çözümü olmayan bu siyasal yapı, en sağlam gibi duran liberal demokrasileri bile değişime uğratmaya adaydır. 21. yüzyıl böylece bir otoriterleşme, hatta insanın etkili bir varlık olarak (human agency) yitimine yol açan bir teknoloji köleliliği çağı haline dönüşmeye adaymış gibi durmaktadır. Artık sorun belirli sosyal sınıfların işsizliği gibi durmayıp; çok daha vahim olarak insanın değerli ve etkili bir varlık olarak yok olması sorununa dönüşmektedir. Bu süreci anlamak, ona itiraz etmek ve değiştirmek için en önemli ilk adımdır. Ancak, değişim ve insan vakarına yakışır, köleliği bir riziko olmaktan çıkartacak süreç ve girişimler çetin ve uzun bir süreçmiş gibi duruyor şimdilik. Bir büyük dünya savaşına da yol açmadan bu süreçleri ve insanlığın özü olan insani etkinliğimizi (human agency) korumak ve geliştirmek de söz konusu olabilecekse, 21. yüzyıl çok önemli bir çağ olmaya adaydır. Ne yöne doğru gidebileceğimiz her şeyden önce biraz da biz yurttaş / seçmenlerin elindedir. Verdiğimiz oylarla bir ölçüde kaderimizi de belirlemeye devam edebileceğiz; hiç olmazsa şimdilik.    


  1. (1ZB= 10007bytes = 1021bytes = 1000000000000000000000bytes = 1000exabytes = 1millionpetabytes = 1billionterabytes = 1trilliongigabytes.) 40 yılda bu noktaya ulaştık. Tahminlere göre 2020 gibi, yani dört yıl sonra da tüm internetin 64 Zettabyte hacme ulaştığı hesap ediliyor. 2025’te de 181 Zettabytes hacmine ulaşılacağı tahmin ediliyor  (https://explodingtopics.com/blog/data-generated-per-day).  Bu hacimdeki bir enformasyonu çözümlemek bir yana, depolamak bile henüz mümkün değil. 
  2. Wiebe, R. H. (2012) Who are We? A History of Popular Nationalism, (Princeton, N.J.: Princeton University Press).
  3. Rodrik, Dany (2011) The Globalization Paradox: Democracy and the Future of the World Economy. (New York and London: W.W. Norton): 7-8.
  4. 1991’de Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra sol akımların dünyada gözden düşmesi sol veya aşırı sol akımlar ve siyasal partilerin başarı kazanmasını da zorlaştırmışa benziyor. Onun için daha başarılı olan siyasal akım ve partiler daha çok aşırı sağdan çıkmakta ve pekişmiş demokrasilerin siyasal geleceklerinde etkili rol oynayabilmektedirler. 
  5. Stiglitz, Joseph (2025) https://www.instagram.com/reel/DISTYZzqf2j/?igsh=Zm5hM2tnYXBqb24y
Ersin Kalaycıoğlu
Ersin Kalaycıoğlu
Ersin Kalaycıoğlu, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonomi bölümünden (1973) mezun olduktan sonra Iowa Üniversitesi Siyaset Bilimi programından doktorasını almıştır (1977). Akademik kariyerine İstanbul Üniversitesi’nde başlayan Kalaycıoğlu, bu üniversitenin İktisat Fakültesi’nde 1977-82 arasında doktor asistan olarak, aynı üniversitenin Siyasal Bilimler Fakültesi’nde (1982-84) doçent olarak çalıştı. Iowa ve Minnesota üniversitelerinde misafir akademisyen olarak bulunan Kalaycıoğlu, 1984-2002 arasında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyeliği yapmıştır. Ersin Kalaycıoğlu, İstanbul Politikalar Merkezi kıdemli uzmanı ve Sabancı Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi profesörüdür. Sabancı Üniversitesi’ne katılmadan önce, Kalaycıoğlu 2004-2007 arasında Işık Üniversitesi rektörlüğünü üstlenmiştir.

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar

Dünya’da Yükselen Otoriterlik Dalgası mı?

Giriş Sanayi Devrimi ve ona takaddüm eden Reformasyon sonrasında bilimsel düşüncenin etkinleşmesi, teknolojide ve onun etkisiyle ekonomi ve toplumda...

Avrupa ve Amerika’da Muhafazakârlık Üzerine

Ülkemizde sık sık telaffuz edilen bir kavram muhafazakârlık. Aslında tam ne anlamda kullanıldığı veya kullananların bu kavramın kökenlerine...