36 yaşındaki Antonin Bergeaud ekonomik büyüme, inovasyon ve teknolojik değişimin ekonomi ve işgücü piyasası üzerindeki etkileri konusunda uzmanlaşmış çok parlak bir Fransız iktisatçısı…
Şu anda HEC Paris’te ekonomi profesörü.
Uzmanlığı, gelişmiş ekonomilerdeki ekonomik büyüme, üretkenlik, inovasyon ve yapısal dönüşümler…
Nitekim doktora tezini de “firmaların dinamikleri, inovasyon ve verimlilik” üzerine yapmış.
Araştırmalarının önemli bir kısmı, bilgi teknolojilerinin ve yapay zekanın benimsenmesi de dâhil olmak üzere teknolojik ilerlemenin, toplam ve sektörel düzeyde üretkenlik dinamiklerini nasıl etkilediğine yoğunlaşmış durumda.
ABD ile Avrupa Kıtası arasındaki “verimlilik” farkını, Atlantik’in her iki yakasında en fazla patent kaydı yapan şirketleri ölçerek somutlaştırmış bulunmakta.
ABD’de ilk 5 yenilikçi şirket düzenli olarak değişirken, Avrupa’da yıllardır aynı kalıyor.
2000 yılında Avrupa’da patent başvurusunda bulunan şirketlerin sıralamasında Siemens, Bosch, Ericsson, Philips ve BASF ilk sıralarda yer alıyormuş…
2023 yılına gelindiğinde ise dördü aynı (Siemens, Bosch, Ericsson, Philips). BASF’nin yerini Bayer almış.
ABD’de ise 2000 yılında en çok patent başvurusunda bulunan şirketler Procter & Gamble, 3M, General Electric, DuPont ve Qualcomm imiş…
2023 yılında bu sıralamada sadece Qualcomm kalmış. Diğerleri artık Microsoft, Apple, Google ve IBM.
Prof. Bergeaud, Fransa’yı özellikle Fransız siyasetini yeterince “verimlilikle” ilgilenmemekle eleştiriyor.
Eleştirisi, duyacak bir kulak olması halinde Türkiye açısından da çok önemli:
“Verimlilik ekonominin temel taşı ve kimse bundan bahsetmiyor.
Avrupa veya Fransa seçimlerindeki tartışmalar sırasında bundan tek kelime bile bahsedilmedi.
Ancak Fransa’nın borcunu azaltmak için tasarruf bulmak çok zor.
Üretkenliği artırarak %5 büyüme elde etmek çok daha kolay olurdu.”
Sihirli çözüm kelimesi “büyüme”…
Makro dengelerdeki açıklardan ziyade, büyümeyi artıracak önlemlere daha fazla eğilmek gerekiyor.
Nitekim Amerika Birleşik Devletleri’nin büyük bir açığı var ama büyüme hızı ve oranı yüksek.
ABD ve Avrupa’da gözlemlenen ekonomik yavaşlamanın kökenleri ve nedenleri üzerine yapılan ekonomik politika tartışmalarına Prof. Bergeaud’un düzenli olarak katkıda bulunması, Avrupa Merkez Bankası’nın eski başkanı Mario Draghi ‘nin “Avrupa Rekabet Gücü Raporu”na da yansımış.
Geçen Eylül ayında Draghi, Avrupa Komisyonu’na Avrupa’nın rekabet gücünün kaybına ilişkin endişe verici bir rapor sundu.
Derinlemesine reformlar yapılmadığı takdirde Eski Kıta’nın ” bir acıya” mahkûm olacağı uyarısında bulunuyor.
200 sayfadan fazla olan bu kalın belgenin merkezinde bir gözlem yer alıyor: Avrupa’daki teknolojik gerileme, giderek üretkenliğin ve en nihayetinde de zenginliğin kaybına yol açıyor.
Etkileyici bir saptama var:
Avrupa’nın üretkenliği çeyrek asırdır başlıca rakiplerine kıyasla daha yavaş ilerliyor. Şirketler yeni teknolojilere çok az yatırım yapıyor ve giderek daha az rekabetçi hale geliyorlar; bu da yavaş ama büyük bir düşüşe yol açıyor.
Bu gözlemin temelinde Avrupa’nın 21. Yüzyıl teknolojilerini kavrayamaması yatıyor.
Raporunun önsözünde, “Avrupa Birliği ile ABD’nin gayri safi yurt içi hasılaları arasında büyük bir uçurum açıldı. Bu uçurum, esas olarak Avrupa’da üretkenlik artışındaki keskin yavaşlamayla açıklanıyor ” demekte.
Draghi, çarpıcı bir istatistiğe dikkat çekiyor: “2000 yılından bu yana ABD’de kişi başına düşen harcanabilir gelir, Avrupa Birliği’ndekinden iki kat daha hızlı arttı.”
Ona göre aradaki farkın yüzde 70’i Avrupa’daki düşük verimlilikten kaynaklanıyor.
Ve vurguluyor:
“Avrupa’daki sorunun özü, ekonomimizde yeni teknolojilere sahip yeni şirketlerin ortaya çıkmamasıdır.
Aslında, son elli yılda 100 milyar avrodan fazla sermayeye sahip hiçbir Avrupa şirketi kurulmadı.
Buna karşılık, 1 trilyon avrodan fazla değere sahip altı ABD şirketi aynı dönemde kuruldu.”
Bu çarpıcı kıyaslamalar Avrupa Birliği’nin 450 milyonluk nüfusu için somut anlamda ne ifade ediyor?
Draghi şu uyarıyı yapıyor:
“Harekete geçmezsek toplumsal sistemimizden, çevremizden ya da özgürlüğümüzden ödün vermek zorunda kalacağımız bir noktadayız.”
Neden?
Çünkü ekonomik büyüme soyut bir kavram değil.
Daha fazla vergi geliri kaynağının ve dolayısıyla sosyal yardımın, ayrıca büyümenin, iklim geçişinin hatta savunmanın çok daha rahat finanse edilebilme imkânı.
ABD ile Avrupa’nın verimlilik performansı arasındaki fark neden gittikçe açılıyor?
Çünkü Avrupa’da otomotiv ve kimyasallar hakimiyetini korurken, ABD yeni teknolojilere yöneldi.
Alman iktisatçı Clemens Fuest, Fransız Nobelli İktisat Profesörü Jean Tirole ile birlikte kaleme aldığı bir makalede buna “orta teknoloji tuzağı” adını veriyor.
Eski teknolojilere takılıp kalanlar, bu “orta teknoloji tuzağından” kurtulamıyorlar.
Fransız basını ise bunun sebeplerden biri olarak Telekomünikasyon sektörünü örnek gösteriyor.
1980’lerin sonunda Avrupalılar, daha sonra mobil telefonculuğun uluslararası standardı haline gelecek olan GSM standardını sahiplendiler.
Bu avantajdan yararlanan Finlandiyalı Nokia, on beş yıl boyunca cep telefonu pazarına hâkim oldu.
Ancak dev şirket, 2007 yılında uygulamaları kökten değiştiren iPhone’un icadıyla hazırlıksız yakalandı.
Nokia hala varlığını sürdürüyor ancak bugün artık sadece mobil ağ ekipmanları ve yazılımları konusunda uzmanlaşmış bir şirket.
Eski dünya lideri ülke, akıllı telefonların yükselişinden bu yana bir türlü toparlanamadı.
Uyum sağlamada yaşanan bu zorlukları daha iyi anlamak için Bosch’a da bakmak gerekiyor.
Bu büyük dev, Ar-Ge’ye yaptığı büyük yatırımlara rağmen nasıl bu kadar geride kalabildi?
Grup her yıl 6-7 milyar avroyu Ar-Ge’ye ayırıyor. Yılda 4.000 patent başvurusunda bulunan grup, inovasyon konusunda en verimli Alman şirketi konumunda. Grubun elinde 11.000 patent bulunuyor.
Ama sorun başka yerden kaynaklanıyor:
“Bosch’un yöntemi, her zaman bir emir verilmesi ve buna uyulması olmuştur.
Bu, ‘yıkıcı’ inovasyon için uygun değildir.
Grup, geleneksel faaliyet alanlarının dışındaki sorunları ele almakta zorlanıyor.
Geçtiğimiz seksen yıl boyunca, Alman endüstrisi artımlı inovasyonda, yani mevcut ürünlerin kademeli olarak iyileştirilmesinde önemli bir uzmanlık geliştirdi ama bu beceri, yıkıcı inovasyon üretmek için gereken beceri değildir.
Sorunun özü, geleneksel olarak klasik geliştirme döngülerini destekleyen büyük gruplar içindeki karar alma yapılarında yatmaktadır.” Çağımızda inovasyon çalışmaları “emir-komuta” zinciri içine hapsedilemeyecek kadar deli dolu yol alıyor.
“Yıkıcı inovasyon” denen bu…
Bu konuda ABD, Avrupa’dan çok ileride.
Draghi’nin dikkat çektiği “ekonomik gerileme”, büyük bir yoksulluk şokundan çok, giderek orta sınıfları etkileyen dağınık bir durgunluk, hatta gerileme süreci…
Örneğin Fransa, ortalama ücretin %40’ının altında geliri olanları “aşırı yoksul” kategorisinde tanımlıyor.
2004 yılında nüfusun %2,4’ü “aşırı yoksul” sayılıyormuş. 2022’de kademeli olarak bu oran %3,7’ye yükselmiş.
Bunun sebebi “yetersiz verimlilik”, dolayısıyla yetersiz büyüme…
Toplumdaki eşitsizliklerin artmasının en büyük nedenlerinden biri olarak büyümenin eksikliği gösteriliyor.
Fransa’da kişi başına düşen büyüme, 2007’den bu yana %4,5 ile oldukça düşük bir seviyede kalmış.
“Verimlilik” Türkiye’nin artık hiç hatırlamadığı bir kavram… Büyümenin asıl motorunun verimlilik olduğunu görmemekte direniyor.
Avrupa’da kampanalar çalarken, Türkiye hançeresini patlata patlata verimlilik kavramını gündem yapmalı.
Draghi’nin raporunu pusula olarak kullanmalı…
Her gelişmeyi kaçırarak ilerlemek, gelişmek, refaha ve huzura ulaşmak mümkün değil…
Yeni bir gelişme var…
Ve biz bu gelişmeleri kaçırmak için de elimizden geleni yapıyoruz.