Suriye, on yılı aşkın bir süredir devam eden yıkıcı savaşın ardından Esad rejiminin devrilmesiyle yeni bir dönemin eşiğine geldi. Bu tarihi an, bazı kesimlerde büyük bir umut kaynağı olsa da dini alanda yaşanan radikal dönüşümler, Suriye’nin geleceğini tehdit eden yeni bir gerilim kaynağı oluşturuyor.
Esad döneminde din kurumu sıkı bir kontrol altında tutuluyordu. Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı’na denk gelen Suriye Evkaf Bakanlığı aracılığıyla atanan imam ve vaizler, genellikle rejime sadık, ılımlı bir söylem benimsiyorlardı. Ancak iktidarın el değiştirmesiyle bu yapı anında çöktü ve yerini, kendilerini devrimin gerçek mirasçıları olarak gören yeni güçlere bıraktı. Bu güçlerin, eski imamları “rejim yanlısı” olmakla suçlayarak görevden alması ve yerlerine daha katı, Selefi-cihatçı gruplara yakın isimleri getirmesi en çarpıcı örneklerden biri. Bu süreç, sadece Halep ve Şam gibi büyük şehirlerde değil, Şam kırsalında da baskıyla yürütülüyor.
Bu durum, dini söylemin karakterini kökten değiştirdi. Bir zamanlar toplumsal huzuru ve hoşgörüyü vaaz eden minberler, artık mezhepsel ayrımcılığı, dışlamayı ve hatta şiddeti teşvik eden platformlara dönüştü. “Syrians for truth and Justice – Suriye için Hakikat ve Adalet” (STJ) kuruluşunun yayımladığı rapora göre, yeni imamlar cemaatlerine “kafirlerle mücadele etme” ve “bid’atlardan uzak durma” çağrıları yapıyor. Bu tür söylemler, özellikle dini çeşitliliğiyle bilinen Hristiyan azınlıkların yaşadığı mahallelerde, halkı ciddi bir tedirginliğe sevk ediyor. Hama’daki camilerde yaşanan olaylar, bu söylemlerin nasıl somut şiddete dönüştüğünün en açık kanıtı. Teravih namazı kılanların “bid’atçı” ilan edilerek silahlı gruplarca taciz edilmesi, dini özgürlüğün ne kadar kırılgan hale geldiğini gösteriyor.
Yalova Üniversitesi Tefsir ve Kur’an İlimleri Profesörü ve eski Şam Üniversitesi öğretim üyesi Şeyh Dr. Abdulkadir Muhammed el-Hüseyn, Halep halkının şehirlerinin “insanları tekfir eden ve hutbelerinde mezhepçilik yayan Vehhabiler için bir yuva haline geldiği” şikâyetini doğruluyor:
“En az 100 imam ve hatip sebepsiz yere görevden alındı… Halep’in geniş bölgelerinde hatipleri ve imamları görevden alma politikası devam ediyor, bunların yerine Vehhabi enstitülerinden mezun olanlar getiriliyor. Çoğu temel bilimleri bile bilmiyor. Ayrıca, eski rejimle birlikte oldukları gibi yanlış ve adaletsiz suçlamalarla Vakıflar Müdürlüğü’ndeki âlimlere saldırılar ve hakaretler yapılıyor, oysa onlar tüm zorluklara ve baskıya rağmen görevlerinin başındaydılar.”
Din Adamlarına Yönelik Yargısız Cezalandırmalar
Yeni dönemdeki en büyük endişelerden biri de hukukun üstünlüğünün tamamen yok sayılması. Eski rejimle bağlantılı olmakla suçlanan din adamları, hiçbir yasal süreç işletilmeden, yargısız infaz veya kaçırılma gibi insanlık dışı muamelelere maruz kalıyor. Bu olaylar, hukuku ve adaleti sağlaması gereken yeni hükümetin, aslında kontrolsüz silahlı grupların elinde bir araca dönüştüğünü gösteriyor.
Örnekler oldukça acı: Bermeke Mahallesi’ndeki cami imamı İmam Ömer Huri, “Şebbiha” ve “eski rejim istihbarat kollarından biri” olmakla suçlandıktan sonra 5 Ocak’ta tutuklanıp sokaklarda gezdirildi, ardından 27 Ocak 2025’te öldürüldüğü açıklandı. Yine, 28 Ocak’ta, Sufi Şeyh Es’ad El-Kahil, Şam’da silahlı bir grup tarafından kaçırılıp dövüldü; durumu kritik olan şeyhin akıbeti hala belirsiz.
Şam kırsalındaki bir cami imamı, “Beşşar Esad rejimine dua ettiği” gerekçesiyle güvenlik güçlerinden doğrudan baskı gördüğünü ve görevinden alınmakla tehdit edildiğini doğruladı. İtirazlarının sonuçsuz kaldığını belirten imam, “Rejimin bölgelerinde olan herkes rejimi desteklemiyordu,” diyerek maruz kaldığı adaletsizliği dile getirdi. Bir başka cami imamı, Şam’ın Zamalka şehrinde, “rejim şeyhi” ve “köpeklerin şeyhi” gibi hakaretlerle aşağılanıp dövüldüğünü anlattı. Kendisini tehdit eden Ebu Hamza el-Şami’nin serbestçe dolaştığını, hiçbir resmi makamın kendisine sahip çıkmadığını belirtti.
Bu durum, hem ulusal hem de uluslararası hukukun açık bir ihlali. Suriye’nin imza attığı Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi, bireylerin yaşam, güvenlik ve adil yargılanma haklarını güvence altına alıyor. Ancak sahadaki gerçeklik, bu garantilerin tamamen anlamsız olduğunu kanıtlıyor. Bu tür eylemler, yalnızca din adamlarını hedef almakla kalmıyor, tüm toplumda korku ve güvensizlik tohumları ekiyor. Kimsenin can güvenliğinin olmadığı bir ortamda, ne barış ne de istikrar mümkün olabilir.
Dinin Hegemonya İçin Kullanılması
Rejimin düşüşünden sonra dini sahnede yaşanan en belirgin sonuçlardan biri, dini ve mezhepsel çeşitliliğiyle bilinen bölgelerde, baskı ve tek tipleştirme amacı güden dışlayıcı vaaz faaliyetlerinin artması. Yeni hükümetin iktidara gelmesinden sonraki ilk haftalardan itibaren birçok Suriye şehri yoğun bir vaaz kampanyasına tanık oldu.
Hama kırsalındaki Es-Sukaylabiye’den gelen bir videoda, bir vaizin Hristiyan bir adamdan “Müslüman olmasını” istediği ve adamın korku içinde bunu kabul ettiği görülüyor. Bu sembolik zorlama, dini etkinliğin, güvenli bir ortamın yokluğunda nasıl sömürüldüğünü gösteren acı bir örnek.
Es-Sukaylabiye’deki bir cami imamı, dinler arası hoşgörüyü savunduğu için görevinden alındığını, yerine gelen yeni imamın ise hutbelerinde “kafirlerle savaşmanın gerekliliği” gibi ifadeler kullandığını söyledi. Bu durumun sadece Hristiyanlar arasında değil, ılımlı Müslümanlar arasında da hoşnutsuzluk yarattığını belirtti. İmam, bu olayların münferit olmadığını, “organize bir kampanya” şeklinde ilerlediğini dile getirdi. Hama Valisi’ne yaptığı itirazda, sorumluluğun “yeni yönetimdeki aşırı taraflarda” olduğunu öğrendiğini söyledi ve ekledi: “Zulme karşı büyük bir devrim yapmadık ki, başka bir renkte başka bir zulmün altına düşelim… Sanki cahiliye çağlarına geri dönmüş gibi.”
Şam’ın Hristiyan mahallelerinde, özellikle de Kassaa ve Bab Tuma gibi semtlerde, “vaaz araçları” ve yaya vaizlerin sokakları dolaşarak kadınları başörtüsü takmaya davet etmesiyle mezhep gerilimi tırmandı. Bu hareketleri yapanların çoğu, yeni hükümetin Vaaz Bürosu’na bağlı olduğunu iddia eden Çeçen, Türkmen ve Mısırlı gibi farklı uyruklardan gelen kişiler. Bölgedeki bir imam, bu kişilerin “çok eski, cahiliye zihniyetine sahip” olduklarını ve insanları “küfürle” suçlayarak “bu mürted ve kafir Hristiyanlarla savaşacaklarını” söylediklerini aktardı.
Toplumsal Dokudaki Kırılma
Dini alanın siyasallaşması ve radikalleşmesi, Suriye’nin çok kültürlü, çok dinli yapısı için ölümcül bir tehdit oluşturuyor. Dinin bir inanç meselesi olmaktan çıkıp, zorla dayatılan bir kimlik haline dönüştürülmesi, ülkeyi yeni bir iç çatışma girdabına sürükleyebilir. Bu tehlikeli gidişatı durdurmak için atılması gereken adımlar hayati önem taşıyor.
Suriye’nin geleceği, dinin birleştirici bir güç mü yoksa ayrıştırıcı bir silah mı olacağına bağlı. Geçiş dönemindeki liderlerin alacağı kararlar, bu hassas dengenin hangi yöne ağır basacağını belirleyecek. Umut edelim ki, barış ve çoğulculuk galip gelir.