Toplumsal Hafızanın Dağılması: 12 Eylül ile 15 Temmuz Arasında Sessizliğin Morfolojisi

Bir toplumun zamanla kurduğu ilişki, onun hafıza kapasitesini belirler. Geçmiş yalnızca yaşanmışlıkların toplamı değildir; aynı zamanda hatırlama biçimlerinin, unutuş stratejilerinin ve sessizlik repertuarlarının inşasıdır. Türkiye’nin yakın tarihi, yalnızca büyük olaylarla değil, bu olayların ardından kurulan sessizliklerle şekillenmiştir. 12 Eylül 1980 ve 15 Temmuz 2016 tarihleri, sadece iki siyasal kriz değil; aynı zamanda toplumsal hafızanın geçirdiği dönüşümlerin göstergesidir. Ve bu dönüşüm, bireysel unutkanlıkla açıklanamayacak kadar derin ve yapısaldır.

12 Eylül, Türkiye’de politik belleğin bastırıldığı bir eşiktir. Toplumsal olarak yaşanmış, fakat bireylerin hafızasında içselleşememiş bir deneyim olarak kalmıştır. İdamlar, işkenceler, örgütlü yapıların dağıtılması; bütün bu yaşanmışlıklar, zamanla sessizlikle kapatılmış, gündelik dilin dışına itilmiştir. Bu süreçte unutulan şey yalnızca olayların kendisi değil; bu olayların yarattığı etik sorular ve toplumsal etkiler olmuştur. Bu bağlamda, Alman filozof Ernst Tugendhat’ın 1995 tarihli çözümlemesiyle söyleyecek olursak: “Unutuş, yalnızca hatırlamamak değil; hesaplaşmanın ertelenmesidir.”

15 Temmuz ise farklı bir formasyonda karşımıza çıkar. Bu olay, toplumun neredeyse tüm kesimlerini etkileyen bir tür kolektif şok niteliği taşır. Ancak zamanla bu şok, belirli hatırlama biçimleriyle törensel bir yapıya bürünmüştür. Törenler, anma günleri ve kamusal söylemler, hafızayı canlı tutmak için organize edilmiştir. Bu çaba, toplumsal bütünleşmenin araçlarından biri hâline gelmiştir. Ne var ki burada da dikkat çeken şey, hatırlamanın biçimiyle içeriği arasındaki mesafedir. Felsefeci Paul Ricoeur’ün 2000 yılında ifade ettiği gibi: “Anmak, yalnızca hatırlamak değil; anlamlandırmaktır.” Anlamlandırılmayan her hafıza, yalnızca tekrarın biçiminde donakalır.

Bu iki tarih arasında oluşan süreklilik ve kopuşlar, yalnızca siyasal rejimlerin değil; kültürel duyarlılıkların da izini taşır. Türkiye toplumu, birçok bakımdan geçmişle bağ kurmakta zorlanır. Bu zorluk, bazen travmanın büyüklüğünden, bazen de geçmişle yüzleşmenin getireceği etik yükten kaynaklanır. Avishai Margalit’in 2002’de ortaya koyduğu “ahlaki hafıza” kavramı burada açıklayıcıdır: “Toplumlar, sadece anılarla değil; bu anılara yüklenen sorumluluklarla inşa edilir.” Türkiye’de ise zaman zaman sorumluluğun yerini ritüel alır; yüzleşmenin yerini estetikleştirme…

Toplumsal hafızanın bu parçalı yapısı, bireylerin tarihsel süreklilik duygusunu da zayıflatır. Her yeni olay, bir öncekini siler gibi davranır. 12 Eylül, 28 Şubat’ı gölgede bırakır; 15 Temmuz, 12 Eylül’ü unutulabilir kılar. Böylece hafıza, ardışık değil; dağınık bir yapı kazanır. Bu, aynı zamanda kamusal dilde sıkça karşılaşılan “ilk defa oluyor” söyleminin de kaynağıdır. Oysa hiçbir şey tam anlamıyla ilk değildir; yalnızca öncekiler unutulmuştur.

Buradaki mesele, bir siyasal aktörü ya da dönemi suçlamak değildir. Mesele, toplumun zamanla ve geçmişle kurduğu ilişkinin kırılganlığını görmek, bu kırılganlığı felsefi olarak analiz etmektir. Çünkü geçmişle bağ kuramayan toplumlar, geleceği de sahici biçimde inşa edemezler. Hafızanın çökmesi, umudun zayıflamasıyla sonuçlanır.

O halde şu soruyu sormak gerekir: Hafızayı canlı tutmanın, ama onu polemik nesnesi yapmamanın yolu nedir? Belki de burada ihtiyaç duyulan şey, kolektif travmalara karşı gösterilen reflekslerin ortak etik zeminde yeniden düşünülmesidir. Hatırlama, kutuplaştırıcı değil; onarıcı biçimde işlerse toplumlar yalnızca geçmişi anlamakla kalmaz, geleceği de daha sağlam kurarlar.

Unutmak bazen bir savunmadır, ama hatırlamamak tercih edilirse, bu tercihin bir sorumluluğu da vardır. Toplumun kendine karşı sorumluluğu. Ve belki de bu sorumluluk, geçmişle barışmak değil; onu sahici biçimde anlamaya çalışmaktır.

Şahin Eroğlu
Şahin Eroğlu
1992 yılında Bingöl’ün Karlıova ilçesinde doğdu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. Bir dönem Temrin ve Acemi edebiyat dergilerinde editörlük yaptı. Şiirleri ve çevirileri Bireylikler, Eliz, Temrin, Yolcu, Berfin Bahar, Ekin Sanat ve Kirpi gibi edebiyat dergilerinde yayımlandı. Felsefe alanında Hegel, Walter Benjamin, Derrida, Peter Sloterdijk, Heidegger ve Wittgenstein üzerine akademik çalışmalar yaptı; bu çalışmaları çeşitli ulusal ve uluslararası dergilerde yayımlandı. Ayrıca, Karar ve Perspektifte köşe yazıları yayınlandı.

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar