Türkiye’nin İran-İsrail Çatışmasındaki Pozisyonu: Diplomasi, Güvenlik ve İşbirliği

Özet

Türkiye, İsrail’in 13 Haziran 2025’te İran’a yönelik “Yükselen Aslan Operasyonu” ile başlayan çatışmada diplomatik tarafsızlık ve arabuluculuk rolü benimsemiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’i sert bir şekilde kınarken, nükleer anlaşmazlığın diplomasiyle çözülmesini savunmuş ve ABD Başkanı Trump ile görüşmelerde gerilimi düşürme çağrısı yapmıştır. Dışişleri Bakanı Fidan, daha temkinli bir söylemle istikrarsızlaşmaya karşı uyarıda bulunmuştur. Türkiye’nin politikası, bölgesel istikrar, enerji güvenliği, iç kamuoyu baskısı ve küresel ittifaklarla şekillenmektedir. İran sınırındaki güvenlik riskleri, Kürt meselesi ve enerji fiyatlarındaki artış, Ankara’yı temkinli kılmaktadır. Türkiye, geçmişteki arabuluculuk başarılarını (Tahıl Koridoru, Somali-Etiyopya) örnek alarak çatışmayı durdurmada rol oynayabilir. Stratejik konumu, iletişim kanalları ve savunma kapasitesi kozlar sunarken, İran’ın vekil güçleri ve ekonomik kriz riskleri sınırlamalar yaratmaktadır. Savaş, Türkiye’nin Suriye’deki çıkarlarını (güvenlik, göç, YPG ile mücadele) tehdit edebilir. Türkiye, Körfez ülkeleriyle ortak diplomatik platformlar, güvenlik diyalogları ve ekonomik projeler geliştirerek çatışmanın çözümüne katkıda bulunabilir.

1. Türkiye’nin İsrail’in İran’a saldırısına ilişkin resmi tutumu

13 Haziran 2025’te İsrail’in İran’a yönelik başlattığı “Yükselen Aslan Operasyonu” ile tırmanan İran-İsrail çatışması, Ortadoğu’da yeni bir kriz dalgası yaratmış ve Türkiye’nin bölgesel politikalarında kritik bir rol üstlenmesine yol açmıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 16 Haziran 2025’te kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, İsrail’in İran’a yönelik hava saldırılarını sert bir dille kınayarak, bu eylemlerin “sinsi ve kapsamlı” bir stratejiye dayandığını ve Netanyahu yönetiminin bölgede istikrarsızlığı körüklediğini vurgulamıştır. Erdoğan, İsrail’in saldırılarının yalnızca İran’ı değil, tüm bölgeyi ateşe atabilecek bir felakete yol açabileceği uyarısında bulunarak, uluslararası toplumu bu “haydutluğa” karşı harekete geçmeye çağırmıştır.

Cumhurbaşkanının söylemindeki bu sert tona rağmen Türkiye, sahada çatışmaya ilişkin daha tarafsız bir pozisyon benimseyerek, nükleer anlaşmazlığın diplomasi ve müzakere masasında çözülmesi gerektiğini savunmaktadır. Erdoğan, İran’ın nükleer programıyla ilgili sürecin en başından beri müzakerelerle yürütülmesi gerektiğini ifade etmiş ve Türkiye’nin bu yolda kolaylaştırıcılık dahil her türlü gayreti sergilemeye hazır olduğunu belirtmiştir. Bu doğrultuda, Erdoğan’ın 14 Haziran 2025’te ABD Başkanı Donald Trump ile iki kez gerçekleştirdiği telefon görüşmeleri, Türkiye’nin diplomasi odaklı yaklaşımını ortaya koymaktadır. Görüşmelerde, Erdoğan, Trump’ın nükleer müzakerelere yönelik adımlarını memnuniyetle karşıladığını ifade ederek, bölgedeki gerilimin düşürülmesi için acil harekete geçilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerde yapıcı bir tutum sergileyerek, çatışmanın çözümünde kilit bir aktör olma çabasını göstermektedir.

Öte yandan Türkiye’nin resmi açıklamalarında Tahran yönetimine “taziye” dışında doğrudan siyasi destek ifade eden bir söylemden kaçınılması dikkat çekicidir.

Erdoğan’ın İsrail’e yönelik sert eleştirileriyle Dışişleri Bakanı Fidan’ın nispeten daha soğukkanlı ve denge gözeten açıklamaları arasındaki makas, aynı zamanda Erdoğan’la Türkiye Devleti’nin resmi tutumu arasındaki farkı da ortaya koyar niteliktedir.

2. Türkiye’nin İsrail ile İran arasındaki mevcut çatışmaya yönelik politikasının belirleyicileri

a. Diplomatik Tarafsızlık ve Arabuluculuk Rolü

Türkiye, çatışmada doğrudan taraf olmaktan kaçınarak diplomatik bir denge politikası izlemektedir. Ankara’nın dış politikasındaki bu değişim, AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılına kadar Türkiye Cumhuriyetinin gelenekselleşmiş resmi politikalarına bir anlamda geri dönüş anlamı taşımaktadır. Bu, hem İsrail’e karşı sert eleştirilerle hem de İran’a sınırlı destekle kendini göstermektedir. Türkiye, nükleer anlaşmazlığın diplomasi yoluyla çözülmesini savunarak, arabuluculuk rolü üstlenmeye hazır olduğunu belirtmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 16 Haziran 2025’te kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, “Masada çözebilecek meseleleri silahla, kaosla, önüne gelen her şeyi bombalamayla halletmeye çalışmanın ileride nelere yol açacağını kimse tahmin edemez” diyerek diplomasiye vurgu yapmıştır.

b. Bölgesel İstikrar ve Güvenlik Endişeleri

Türkiye, İran ile 535 kilometrelik bir sınırı paylaşması ve Suriye iç savaşından kaynaklanan göç ve terör sorunlarıyla uzun süredir mücadele etmesi nedeniyle bölgesel istikrarı önceliklendirmektedir. İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, özellikle İran’daki Kürt ayrılıkçı hareketlerin güçlenmesi veya yeni bir göç dalgası gibi riskleri artırabilir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 13 Haziran 2025’te düzenlenen güvenlik toplantısı sonrası, “Bölgemizde giderek artan gerginliğin, dikkatleri Gazze’de yaşanan soykırımdan başka yöne çekmesine izin vermemeliyiz” diyerek, İsrail’in istikrarsızlaştırma politikalarına dikkat çekmiştir.

İran-İsrail geriliminin hızlı bir tırmanış göstermesi, Ankara’nın ülke içinde güvenlikçi politikalara dönüşünü gündeme getirecektir ki bu da İran-İsrail geriliminin Türkiye’de yaratacağı tehdit algısı, Ankara’nın Kürt meselesine yönelik politikasında daha “güvenlik merkezli” bir tutum sergilemesi neticesini doğuracaktır. Özellikle PKK’nın İran kanadı PJAK’ın gelişmeler karşısında hareketlenmesi, Türkiye’nin hem İran hem de Irak sınırında eşzamanlı güvenlik operasyonlarını yoğunlaştırmasını gerekli kılacaktır. Bu da sivil halk ve tüm sivil oluşumlar ile siyasi yapılar üzerinde baskı yaratacak ve barışçıl çözümler ve öneriler rafa kalkacaktır.[1]

c. Ekonomik Çıkarlar ve Enerji Güvenliği

İran-İsrail çatışması, küresel enerji piyasalarını etkileyerek Türkiye’nin ekonomik çıkarlarını tehdit etmektedir. Türkiye, enerjide büyük ölçüde dışa bağımlı bir ülke olarak, Brent petrol fiyatlarının 69 dolardan 74 doların üzerine çıkmasıyla ekonomik baskı altında kalmıştır. Ayrıca, Hürmüz Boğazı’ndaki olası bir çatışma, küresel petrol sevkiyatının %30’unu etkileyerek Türkiye’nin enerji ithalatını zorlaştırabilir.

Türkiye’nin enerji sektörü, yüksek dışa bağımlılık oranıyla karakterizedir ve bu durum, özellikle petrol ve doğalgaz ithalatında belirginleşmektedir. Türkiye, petrol ihtiyacının %92’sini ithal etmekte olup, 2022’de Brent petrol fiyatlarının varil başına ortalama 101 dolar olduğu dönemde enerji ithalat faturası 96,6 milyar dolara ulaşmıştır. Enerji ithalatı, petrolün yanı sıra doğalgaz, kömür ve elektriği de kapsamakta; petrol fiyatlarındaki artışlar, diğer enerji kalemlerine de yansımaktadır. Dolar cinsinden yapılan ithalat ve TL’nin değer kaybı, maliyetleri daha da artırmaktadır.

ABD’nin İran’a yönelik yaptırımları, Türkiye’nin İran’dan petrol ithalatını sıfırlamasına yol açmıştır. Geçmişte petrol ihtiyacının %45’ini İran’dan karşılayan Türkiye, şu anda ithalatının yaklaşık %70’ini Rusya’dan, %25’ini Irak’tan ve kalanını Kazakistan’dan temin etmektedir. Bu nedenle, İsrail-İran çatışmasının petrol tedariki üzerindeki etkisi şimdilik sınırlı görünse de, doğalgaz ithalatı açısından riskler devam etmektedir. Türkiye, İran’dan yılda yaklaşık 10 milyar metreküp doğalgaz ithal etmekte olup, bu miktar İran’ın Güney Pars sahasından Türkmen gazıyla desteklenerek sağlanmaktadır. Dolayısıyla Türkiye sanayisinin ciddi bir arz kesintisiyle karşı karşıya kalabilme, özellikle kış aylarında enerji güvenliği tehdit altına girme riski bulunmaktadır.

Türkiye-İran ikili ticareti, 2024’te 5,7 milyar dolar hacme ulaşmıştır. Türkiye’nin İran’a ihracatı 3,2 milyar dolar (makine ekipmanları %28, plastik-kimya ürünleri %24, tarım-gıda ürünleri %11), ithalatı ise 2,5 milyar dolardır (doğalgaz ve petrokimya ürünleri %60, metal ürünleri %29, tarım %4).

Öte yandan Bölgede yaşanan gerilim, Türkiye’ye yönelik turizm akışını olumsuz etkileyebilir. 2023’te Gazze çatışmaları sırasında bölgeden gelen turizm rezervasyonlarında düşüş yaşanmıştı. Turizmin genelde jeopolitik gelişmelere hızlı tepki veren bir sektör olduğu bilinmektedir.

d. İç Politika ve Kamuoyu Baskısı

Türkiye’deki kamuoyu, özellikle Gazze’deki insani kriz nedeniyle İsrail’e karşı sert bir tutum sergilemektedir. Bu, hükümetin İsrail’e yönelik eleştirel söylemini güçlendirmesine neden olmaktadır. Ancak, İran’a açık siyasi destekten kaçınılması, iç politikada denge kurma çabası olarak değerlendirilmektedir. Erdoğan’ın “katliam şebekesi” olarak nitelendirdiği İsrail yönetimine karşı sert söylemi, iç kamuoyunun hassasiyetlerini yansıtmaktadır.

e. Bölgesel ve Küresel İttifaklarla Denge Politikası

Türkiye, NATO üyesi olarak Batı ile, İran ve Rusya ile ise bölgesel iş birliği çerçevesinde ilişkilerini dengelemeye çalışmaktadır. ABD ile yapıcı diyalog, özellikle Trump’ın nükleer müzakere girişimleri desteklenerek sürdürülmektedir. Aynı zamanda, Rusya, Irak, Ürdün, Azerbaycan ve Mısır gibi ülkelerle yoğun diplomatik temaslar, Türkiye’nin proaktif dış politika iddiasını güçlendirmektedir.

Özetle, Türkiye’nin İsrail-İran çatışmasındaki politikası, diplomatik tarafsızlık, bölgesel istikrar, ekonomik çıkarlar, iç kamuoyu baskısı, savunma kapasitesi ve küresel ittifaklarla denge kurma gibi çok boyutlu faktörler tarafından şekillendirilmektedir. Ankara, İsrail’in saldırganlığını sert bir şekilde eleştirirken, İran’a sınırlı destek sunarak ve ABD ile yapıcı diyalog kurarak bölgesel liderlik iddiasını güçlendirmeye çalışmaktadır. Ancak, göç, enerji güvenliği ve Kürt meselesi gibi riskler, Türkiye’nin temkinli ve çok yönlü bir yaklaşım benimsemesini gerektirmektedir. Türkiye, hem diplomatik arabuluculuk rolüyle hem de savunma sanayiindeki ilerlemelerle, bu çatışmada aktif bir dengeleyici güç olarak konumlanmayı hedeflemektedir.

3. Türkiye’nin İsrail-İran Çatışmasını Durdurma Çabalarındaki Rolü ve Kozları

Türkiye, “Yükselen Aslan Operasyonu” ile İsrail’in başlattığı saldırılarda, diplomasi ve arabuluculuk odaklı bir rol üstlenmeye çalışmaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 16 Haziran 2025’te kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, Türkiye’nin çatışmayı durdurma konusundaki istekliliğini vurgulamıştır. Bu tutum, Türkiye’nin hem bölgesel istikrarı koruma hedefini hem de uluslararası alanda aktif bir aktör olma çabasını yansıtmaktadır.

Türkiye’nin arabuluculuk rolü, geçmişte yakın zamanda Rusya-Ukrayna çatışma çözümü için İstanbul’un önemli bir arabuluculuk merkezi haline gelmesi,  gerek esir takası gerekse Tahıl Koridoru anlaşmasına arabulucuk etmesi son dönemlerde Ankara’nın arabuluculuk anlamında önemli bir aktör olarak ön plana çıkmasını sağlamıştır. Özellikle Gazze Ateşkesi sürecinde sürdürülen Mekik diplomasisiyle Etyopya ile Somali arasındaki gerilimde tarafları uzlaştırma noktasındaki başarısı; üstlendiği diplomatik ve arabuluculuk noktasındaki girişimlerini perçinleyen bir durum olmuştur. Türkiye, NATO üyesi olarak Batı ile, İran ve Rusya ile ise bölgesel iş birliği çerçevesinde iletişim kurabilen neredeyse tek ülke olarak, çatışmanın taraflarıyla diyalog kurma kapasitesine sahip olduğunu ortaya koymuştur.

Türkiye’nin Çatışmaya Etki Edebilecek Kozları

Türkiye’nin İsrail-İran çatışmasını durdurma çabalarında kullanabileceği kozlar, diplomatik, stratejik, ekonomik ve askeri alanlarda çeşitlenmektedir. Ancak, bu kozlar aynı zamanda bölgesel ve küresel dinamiklerden kaynaklanan sınırlamalarla dengelenmektedir. Aşağıda, Türkiye’nin sahip olduğu başlıca kozlar detaylı bir şekilde ele alınmıştır:

a. Diplomatik İletişim Kanalları

Türkiye, hem İsrail hem de İran’la iletişim kanalları açık olan az sayıdaki ülkeden biridir. Bu, Türkiye’yi arabuluculuk için doğal bir aday haline getirmektedir. Örneğin, Erdoğan’ın 14 Haziran 2025’te Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı görüşmeler, Türkiye’nin bölgesel aktörlerle diyalog kurma kapasitesini göstermektedir. Ayrıca, Türkiye’nin geçmişte Azerbaycan’ın ev sahipliğinde İsrail ile çatışmasızlık mekanizmaları kurma girişimleri, bu tür bir rolün uygulanabilirliğini ortaya koymaktadır.

b. Stratejik Konum

Türkiye, coğrafi olarak İran’a komşu ve Ortadoğu’nun kilit bir aktörü olarak, bölgesel istikrarı etkileyebilecek stratejik bir konuma sahiptir. Bölgesel koşullar Türkiye’nin bu çatışmada yalnızca tepki veren değil, proaktif çözüm üreten bir aktör olma zorunluluğunu göstermektedir. Türkiye’nin Suriye’deki etkinliği, özellikle Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ile kurduğu diyalog, İsrail’le ilişkileri regüle etme, İsrail’i sıkıştırma ya da onunla iyi ilişkiler kurma noktasında özgül bir rol oynayabilir.

c. Enerji Güvenliği ve Ekonomik Etki

Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığı, çatışmanın ekonomik etkilerini (örneğin, Brent petrol fiyatlarının %10 artması) bir risk olarak ortaya koysa da, bu durum aynı zamanda Türkiye’yi enerji diplomasisinde kilit bir aktör haline getirmektedir. Hürmüz Boğazı’nın kapanması durumunda küresel petrol sevkiyatının %30’unun etkileneceği öngörülmekte, bu da Türkiye’nin enerji güvenliği için alternatif yollar (örneğin, Azerbaycan ve Türkmenistan üzerinden boru hatları) geliştirme potansiyelini artırmaktadır.

d. Kamuoyu ve İç Politik Dinamikler

Türkiye’deki kamuoyu, özellikle Gazze’deki insani kriz nedeniyle İsrail’e karşı sert bir tutum sergilemesi noktasında AK Parti hükümeti üzerinde ciddi bir baskı kurmaktadır. Özellikle AK Parti’nin 2024 yerel seçimlerindeki yenilgisinin ardındaki etkenlerden birinin de Türkiye’nin İsrail’le sürdürdüğü ilişki olduğunu anketler ve çeşitli araştırmalar göstermiştir. Bu durum ve iç kamuoyu baskısı, hükümeti bir anlamda İsrail’e yönelik daha eleştirel bir söylemde bulunmaya iterken İran’a açık siyasi destekten kaçınmasını da açıklamaktadır. Ancak Erdoğan’ın son birkaç günde İsrail’e karşı üslubunu giderek sertleştirdiği ve İran’a desteğini artırdığı görülmektedir. Bu durum, yine iç kamuoyu beklentilerinin yanı sıra güvenlik endişeleriyle de açıklanabilir. Türkiye’nin uluslararası alanda İsrail’e baskı uygulama kozunu güçlendirebilir.

Öte yandan ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’a nükleer anlaşmayı kabul etme çağrısı ve İsrail’in saldırılarına dolaylı desteği, Türkiye’nin diplomatik rolünü karmaşık hale getirse de, aynı zamanda bir fırsat sunmaktadır. Ancak Türkiye, özellikle de Trump’la kişisel ilişkisi bulunan Erdoğan, İran nedeniyle ABD Başkanı ile ilişkilerini bozmak istememektedir. AK Parti’ye yakın Türk medyasında ve basında İsrail saldırılarına var gücüyle destekleyen ABD başkanı Trump’a yönelik herhangi bir eleştirel haber ya da yorum çıkmaması, bunun en önemli göstergesidir.

Türkiye’nin çatışmayı durdurma çabalarındaki rolü, aşağıdaki riskler ve sınırlamalarla dengelenmektedir:

İran’ın Misilleme Stratejisi: İran’ın vekil güçleri (Hizbullah, Husiler) aracılığıyla çatışmayı genişletme ihtimali, Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki güvenlik politikalarını etkileyebileceği gibi, Ankara’nın içerde çok daha sert bir güvenlikçi politikaya dönüşünü sağlayabilir.

Ekonomik Kriz: Petrol fiyatlarındaki artış, Türkiye’nin enflasyon ve cari açık sorunlarını derinleştirebilir, bu da hükümetin iç politikada baskı altına girmesine neden olabilir.

İç Kamuoyu Baskısı: Türkiye’nin İsrail’e sert söylemi, kamuoyu desteği sağlasa da, İran’a açık destek vermemesi, bazı kesimlerde eleştiri yaratabilir.

Bölgesel Rekabet: İran’ın zayıflaması, Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkasya’daki etkisini artırma fırsatını sunarken, Rusya ve Çin’in İran’la ittifakı, Türkiye’nin manevra alanını sınırlayabilir.

4. Savaşın Türkiye’nin Suriye’deki çıkarları ve Türkiye’nin jeopolitik konumu üzerindeki olası yansımaları

Türkiye’nin Suriye’deki temel çıkarları, sınır güvenliğini sağlama, Kürt ayrılıkçı hareketlerin (özellikle PKK/YPG) etkisini sınırlama, mülteci krizini yönetme ve Suriye’de istikrarlı bir yönetim yapısının oluşmasına katkıda bulunmadır.

İsrail-İran çatışması, bu çıkarlar üzerinde aşağıdaki şekillerde etkili olabilir:

a. Güvenlik ve Terörle Mücadele

İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, bölgesel dengeleri etkileme kapasitesi nedeniyle özellikle Türkiye’de sürdürülmekte olan barış ya da çözüm süreci üzerinde etkili olabilir. Şayet çözüm süreci sekteye uğrarsa bu hem ülke içinde hem de Suriye’deki çatışma dinamiklerini yeniden alevlendirebilir. Türkiye, Suriye’de YPG/PKK’ya karşı operasyonlar yürütürken, Türkiye’nin çıkarları aleyhine çalışan grupların güçlenmesi, Türkiye’nin güvenlik stratejilerini zora sokabilir. Özellikle, Türkiye’nin desteklediği Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ile YPG güçleri arasındaki gerilim artabilir.

b. Göç Dalgası Riski

İran’daki çatışmaların yoğunlaşması, yeni bir göç dalgasını tetikleyebilir. Sivil kayıpları arttığı taktirde İran halkı kuzeye, yani Türkiye, Pakistan, Afganistan veya Kafkasya’ya doğru bir göç hareketi başlatabilir. Halihazırda 3,5 milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye, yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalabilir. Bu taktirde Türkiye, İran sınırındaki kontrollerini sıkılaştıracak, tahkimatını artıracaktır.

c. Enerji Güvenliği ve Ekonomik Riskler

Çatışma, küresel enerji piyasalarını etkileyerek Türkiye’nin jeopolitik konumunu ekonomik açıdan zorlayabilir. Brent petrol fiyatlarının 69 dolardan 74 doların üzerine çıkması, Türkiye’nin enerji ithalat faturasını artırmış ve enflasyon hedeflerini tehdit etmiştir. Hürmüz Boğazı’nın kapanması durumunda, küresel petrol sevkiyatının %30’unun kesintiye uğraması, Türkiye’yi alternatif enerji koridorları (örneğin, Azerbaycan ve Türkmenistan üzerinden boru hatları) geliştirmeye zorlayabilir. Bu, Türkiye’nin Orta Asya’daki jeopolitik etkisini artırma fırsatı sunarken, kısa vadede ekonomik baskıyı artırabilir.

d. NATO ve Rusya Arasında Denge

Türkiye’nin NATO üyeliği, İsrail-İran çatışmasında Batı ile ilişkilerini güçlendirme fırsatı sunarken, Rusya ve İran’la bölgesel iş birliği, jeopolitik manevra alanını genişletmektedir. Ancak, İran’ın zayıflaması, Türkiye’nin Rusya için daha önemli bir aktör ya da potansiyel müttefik haline gelmesine, tarafların daha da yakınlaşmasına neden olabilir.  Taraflar, Suriye’de ve bölgesel konularda işbirliğini daha da artırma yoluna gidebilir. Ancak bunun önündeki en büyük engel Türkiye’nin NATO üyeliği, ABD ve AB ile olan siyasi, askeri ve ekonomik bağlarıdır.

 5. İran-İsrail Çatışmasının Çözümü için Türkiye ve Körfez Ülkeleri İşbirliği Önerileri

a. Ortak Diplomatik Arabuluculuk Platformu

İran ve İsrail arasındaki gerginliği azaltmak için tarafsız bir diyalog zemini oluşturmanın amaçlandığı bu platform çerçevesinde Türkiye, Umman ve Katar gibi İran’la diyalog kanalları açık olan Körfez ülkeleriyle birlikte, çatışmanın taraflarını dolaylı görüşmelere teşvik eden bir platform kurabilir. Türkiye’nin geçmişte İran nükleer görüşmelerindeki arabuluculuk deneyimi (2010 Tahran Deklarasyonu) ve Katar’ın bölgesel krizlerdeki (örneğin, 2017-2021 Körfez krizi) ara buluculuk rolü bu platformu güçlendirebilir.

Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve Türkiye arasında düzenli zirveler düzenlenerek, çatışma çözümü için ortak bir strateji geliştirilebilir, BM veya İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) gibi uluslararası platformlarda bu girişimin desteklenmesi sağlanabilir. İran’ın nükleer programına ilişkin diplomatik müzakerelerin yeniden canlandırılması için Türkiye ve Körfez ülkelerinin ABD ve AB ile koordinasyonu sağlanabilir.

b. Bölgesel Güvenlik Diyaloğu ve Kriz Yönetimi

Askeri tırmanış riskini azaltmak ve bölgesel güvenlik mekanizmaları oluşturmanın hedeflendiği bu süreçte Türkiye’nin savunma sanayi kapasitesi (örneğin, İHA/SİHA teknolojileri) ve Körfez ülkelerinin finansal kaynakları birleştirilerek, bölgesel bir erken uyarı sistemi veya güvenlik diyalog mekanizması kurulabilir. Bu, İran ve İsrail arasındaki yanlış anlaşılmalardan kaynaklanabilecek çatışmaları önleyebilir. Suudi Arabistan ve BAE’nin son dönemde İran’la normalleşme adımları (örneğin, 2023 Çin arabuluculuğundaki anlaşma) Türkiye’nin desteğiyle güçlendirilebilir.

c. Ekonomik İşbirliği ile Gerginlik Azaltımı

Ekonomik istikrarı teşvik ederek çatışmanın sosyo-ekonomik nedenlerin azaltılmaya çalışıldığı Türkiye ve Körfez ülkeleri, İran’ı da kapsayacak bölgesel ekonomik projeler geliştirerek, İran’ın ekonomik izolasyonunu azaltabilir ve çatışma motivasyonunu zayıflatabilir. Örneğin, enerji koridorları veya ticaret anlaşmaları, İran’ın ekonomik yaptırımlardan kaynaklanan baskısını hafifletebilir.

Sonuç

İsrail-İran çatışması, Türkiye’yi bölgesel istikrar ve küresel diplomasi açısından kritik bir konuma yerleştirmiştir. Türkiye, İsrail’in saldırganlığına karşı sert bir söylem benimseyerek iç kamuoyu desteğini korurken, İran’a sınırlı destek sunarak ve diplomasiyi öne çıkararak tarafsız bir arabulucu rolü üstlenmeye çalışmaktadır. Bu yaklaşım, Türkiye’nin geçmişteki arabuluculuk deneyimlerinden (Rusya-Ukrayna, Somali-Etiyopya) güç almakta ve stratejik konumuyla iletişim kanallarını açık tutma kapasitesine dayanmaktadır. Ancak, İran’ın vekil güçleri, enerji fiyatlarındaki artış, Kürt meselesindeki güvenlik riskleri ve bölgesel rekabet, Türkiye’nin manevra alanını sınırlamaktadır. Çatışmanın Suriye’deki yansımaları, Türkiye’nin sınır güvenliği, mülteci krizi ve YPG ile mücadelesini zorlaştırabilir. Buna karşın, Türkiye’nin NATO üyeliği, savunma sanayi kapasitesi ve Körfez ülkeleriyle iş birliği potansiyeli, çatışmanın çözümünde önemli fırsatlar sunmaktadır. Önerilen ortak diplomatik platformlar, bölgesel güvenlik diyalogları ve ekonomik projeler, Türkiye’nin Körfez ülkeleriyle iş birliğini güçlendirerek İran’ın izolasyonunu azaltabilir ve çatışmayı hafifletebilir. Türkiye’nin başarısı, iç politik dengeleri, ekonomik dayanıklılığı ve küresel aktörlerle (ABD, Rusya, AB) yapıcı diyalog kurma becerisine bağlıdır. Ankara, bu çatışmada yalnızca tepki veren değil, proaktif çözümler üreten bir aktör olarak bölgesel liderlik iddiasını pekiştirebilir, ancak bu süreçte dikkatli bir denge politikası izlemesi kritik önemdedir.

 

İslam Özkan
İslam Özkanhttps://www.ekopolitik.org.tr/
1996 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Yüksek Lisansını Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Bölümünde, Doktorasını ise Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyolojisi ve Antropolojisi bölümünde tamamladı. Bir dönem yayıncılık alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük; TRT Arapça, TV 5, Kudüs TV, Kanal On4 televizyonlarda haber müdürlüğü ve dış haberler müdürlüğünün yanısıra dış politika dahil farklı konulara ilişkin TV programları yaptı. Bir dönem Yemen el Mesire TV’nin Türkiye temsilciliğini üslendi. Röportaj, yazı ve çevirileri Gazeteduvar, Politikyol ve Yeni Arayış gibi mecralarda yayınlandı/yayınlanmaktadır.

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar

Amerikan İran Saldırısı: İsrail Savaşı Kazandı mı?

İhab Cebarin* Savaşta olduğu gibi siyasette de her zaman zafer kazanmak gerekmez. Bazen girişimi elinde tuttuğunu göstermek yeterlidir. Rakibini,...

Çeviri Hareketlerinin Ortaya Çıkışının Nedenleri ve Türkiye İslamcılığı

Türkiye’de 60’lı yıllardan itibaren başlayan İslam dünyasının ağırlıklı Arapçadan yapılan çevirilere ilişkin çokça konuşulsa da bu alana ilişkin...

Arap Aklının Yapısökümü ve Yeniden İnşası

Çeviri: İslam Özkan Arap vatanı, çeşitli bölgelerinde hızla yaşanan dönüşümlerle, toplumu derinden etkileyen, iyi planlanmış bir "yumuşak" projenin karşısında olduğumuzu...

Vail Hallak: İçsel Özgürlükten dışsal özgürlüğe: Batı ile “biz”in...

Çeviri: İslam Özkan Giriş: Napolyon’un Mısır’ı işgali, Arap dünyası ile Batı arasındaki doğrudan karşılaşmanın başlangıç noktası olarak kabul edilirse, o...

Toplum ve Din Karşıtı Aydının Eleştirisi: Seküler Arap Aklının...

Çeviri: İslam Özkan Arap dünyasında, kendilerini hem entelektüel elitlere hem de geniş halk kitlelerine "aydın" olarak sunanların sayısı arttı....

Türkiye’nin Suriye’deki Rolü ve İç Siyasi Dinamikler

Türkiye, 2011 yılında patlak veren ve kısa bir süre sonra şiddetli çatışmalara dönüşen Suriye iç savaşında, önce diplomatik...

Orta Güçler ve Sınırlı Dengeleme: Suriye ve 7 Ekim...

Chen Kertcher | Gadi Hitman Çeviri: İslam Özkan Özet Bu makale, Orta Doğu’daki devletlerin büyük stratejilerini açıklamak için “orta güçler” kavramının...

Umman’da Nükleer Diyalog: İran-ABD Görüşmelerinin Stratejik Ufku

Nükleer silahlar, II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası güvenlik sisteminin temel taşlarından biri olarak, yüksek caydırıcılık potansiyeliyle küresel güç...

Suriye’de Yeni Hükümet ve Bölgesel Dinamikler: Fırsatlar, Zorluklar ve...

Suriye, 2011’de başlayan iç savaşın ardından, Aralık 2024’te yeni bir döneme adım attı. Ahmet Şara liderliğindeki HTŞ yönetimi,...

İsrail ve Türkiye: Suriye’de Rekabet ile “Emrivaki” Denklemleri Arasında

Ziya Udeh  Çeviri: İslam Özkan İsrail’in Suriye’deki son dönemde artan askeri hareketliliğinin büyük ölçüde Türkiye ile bağlantılı olduğu artık bir...

Suriye’nin Kurtuluşu Halk Dayanışmasında Yatıyor

  Ratib Şabu Suriyelilerin 2011 Mart’ından beri yaşadığı korkunç sınav, toplumda iki farklı bilinç akımının doğuşuna zemin hazırladı diyebilir miyiz?...

Esad Sonrası Suriye’de Mitleri Yıkmak

Rob Geist Pinfold*   Çeviren: İslam Özkan Özet   Bu makale, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın düşüşüyle ilgili yaygın yanlış algıları sorgulamaktadır. Muhalefet...

Suriye’de Kaos Tehdidi: Azınlık Korkuları ve Yönetim Krizi Üzerine...

Suriye’de 2011 yılında başlayan halk ayaklanmaları, ülkenin toplumsal yapısının karmaşıklığını, etnik yapılar arasındaki fay hatlarının derinliğini ve politik...