Türkiye, 2011 yılında patlak veren ve kısa bir süre sonra şiddetli çatışmalara dönüşen Suriye iç savaşında, önce diplomatik bir takım girişimlerde bulundu ve bir süre sonra ise çatışmanın tarafı olmayı tercih etti. Ancak 2015’te Rus uçağının düşürülmesinden sonra Suriye’deki gelişmelerin gerek daha fazla mülteci akınına yol açacağını gördüğünden gerekse istikrarsızlığın kendi içine sıçrayacağı endişesiyle pragmatik bir tavır aldı, daha ihtiyatlı adımlar attı.
Ankara, Suriye’de daha esnek adımlarla eski sert tutumunu dengelemeye çalışırken 2017’den bu yana Astana ve Soçi süreçlerinde Rusya ve İran’la imzaladığı anlaşmalarda Suriye’nin ulusal bütünlüğünü destekleyen pozisyonunu uluslararası alanda tescil etmiş oldu. 8 Aralık 2024’te Esad rejiminin düşüşünden sonra bu resmi duruşta bir değişiklik olmamış, ancak sahadaki yeni gerçeklikler, Türkiye’nin genelde pragmatik ve esnek politikalar izlemesini beraberinde getirmiştir.
Yeni Şam yönetimiyle stratejik konularda yakın istişareler yürütülmesi, 8 Aralık’tan sonraki süreçte ilk resmi temasların Türkiye’de gerçekleşmesi, hemen sonrasında MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Şam’ı ziyaret ederek Emevi Camii’nde namaz kılması, Türkiye’nin Suriye’de en nüfuzlu aktörlerden biri haline geldiğini göstermektedir. Ayrıca sonraki süreçte yaşanan siyasi, diplomatik ve ekonomik alanda yaşanan işbirlikleri de bu nüfuzu doğrular niteliktedir. Ancak Türkiye, bundan sonraki süreçte nüfuzunu ülkenin daha demokratik ve istikrarlı bir ülke olması için mi yoksa Şam yönetimi üzerindeki etkisini daha da artırmak için mi kullanacağı belirsizdir. Bazı adımlarına bakıldığında Suriye’de huzur ve istikrarın temini, daha demokratik bir rejimin inşası için çalıştığını gösterirken bazı adımları ise en azından farklı bölgesel aktörler tarafından nüfuzunu konsolide etme peşinde olduğu algısına yol açmaktadır.
Türkiye’nin Sahadaki Stratejik Rolü
Türkiye’nin Suriye’deki etkisi, özellikle Hayat Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) Esad rejimini devirme sürecindeki başarısında açıkça görülmektedir. HTŞ’nin bu operasyonu, Türkiye’nin lojistik, ekonomik ve teknik desteği olmadan mümkün olmazdı. Ankara, İdlib’e sürekli açık tutulan Cilvegözü Sınır Kapısı üzerinden ticari ve insani hareketliliği canlı tutarken bu durum, İdlib’in Suriye’nin diğer bölgelerine kıyasla daha müreffeh bir bölge haline gelmesini sağlamıştır. İdlib’e sermaye akışı ve altyapı yatırımları, Ankara’nın doğrudan ya da dolaylı desteğiyle gerçekleşmiştir. Bu destek, HTŞ’nin hem ekonomik hem de askeri kapasitesini güçlendirmiştir.
HTŞ’nin Halep’e girişinde Suriye ordusunun kendi arasındaki iletişimi kesmek için kullandığı iletişim ekipmanlarının/jammerların Türkiye’den temin edildiği iddiaları, Ankara’nın sahada teknik destek sağladığını düşündürmektedir. Milli İstihbarat Akademisi Başkanı Talha Köse’nin vurguladığı gibi, HTŞ’nin 12 günlük taarruzu, 10 yıllık stratejik planlama, sabır ve bölgesel konjonktürün yarattığı fırsatların değerlendirilmesinin ürünüdür.
İstihbarat ve Gizli Anlaşmalar
Türkiye’nin Suriye’deki etkisi, yalnızca açık desteklerle sınırlı değildir. Nordic Monitor’un Ocak 2025 raporuna göre, Türk istihbaratı (MİT), Suriye savaşının başından beri HTŞ ile gizli bir anlaşma yürütmüştür. Bu anlaşma, HTŞ’ye lojistik, silah ve finansman desteği sağlanması karşılığında Türkiye’ye saldırı düzenlememe taahhüdünü içermektedir. MİT’in, Astana ve Soçi anlaşmalarında öngörülen İdlib’deki silahsızlandırılmış bölge uygulamasında kilit rol oynadığı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından da doğrulanmıştır. Erdoğan, “MİT, İdlib’de silahlardan arındırılmış bir bölge kurulmasında kilit rol oynuyor” diyerek bu katkıyı vurgulamıştır.
Ancak, HTŞ’nin Mayıs 2023’te Türk Yargıtay’ı tarafından terör örgütü ilan edilmesine rağmen bu kararın uygulanmaması, Türkiye’nin resmi politikaları ile gizli stratejileri arasında bir çelişki olduğunu göstermektedir. Bu durum, Türkiye’nin Suriye’deki rolünün karmaşıklığını ve çok katmanlılığını ortaya koymaktadır.
- Türkiye’nin Ekonomik Katkıları: Elektrik ve Yeniden İnşa
Türkiye, Suriye’nin istikrarına ekonomik alanda somut katkılar sağlamaktadır. Özellikle elektrik sağlama konusundaki adımlar, Suriye’nin savaş sonrası toparlanma sürecinde hayati bir rol oynamaktadır. Nisan 2025 itibarıyla Türkiye’nin bu alandaki katkıları şunlardır:
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’ın açıklamalarına göre, Türkiye, Ocak 2025’ten itibaren Suriye’ye günlük 210 megavat elektrik ihraç etmektedir. Bu, yaklaşık 150.000 hanenin enerji ihtiyacını karşılamaktadır ve Suriye’nin kuzey bölgelerinde elektrik erişimini artırmıştır. Türkiye ve Katar işbirliğiyle gönderilen iki elektrik üretim gemisi, Suriye’nin enerji şebekesine 800 megavat ek kapasite sağlamıştır. Bu, Suriye’nin mevcut elektrik üretiminin yaklaşık yarısına denk gelmekte ve elektrik erişimini %50 oranında artırmıştır.
Öte yandan Türk uzman heyetleri, Suriye’nin enerji altyapısını değerlendirmek için Şam ve diğer bölgelerde incelemeler yapmıştır. Bu çalışmalar, elektrik kesintilerinin yoğun olduğu bölgelerde erişimi iyileştirmek için teknik çözümler üretmeyi hedeflemektedir. Ayrıca Türkiye, Suriye’ye sağladığı elektriği yerel şirketlere satmakta ve ön ödemeli kart sistemiyle dağıtımını sağlamaktadır. Bu, elektriğin “bedava” sağlandığı iddialarını çürüten ticari bir yaklaşımdır.
- Suriye’nin Geleceği: Azınlık Hakları ve Çoğulculuk
Suriye, 500.000’den fazla insanın hayatını kaybettiği ve nüfusunun yarısının yerinden edildiği yıkıcı bir iç savaşın ardından toparlanma sürecindedir. Maalesef Başta ABD ve AB olmak üzere Türkiye ve Körfez ülkeleri, bu iç savaşın daha da kanlı geçmesine katkıda bulunmuştur. Ülkenin istikrarı, hukuki ve siyasi altyapının oluşturulması, güvenli bir ortamın sağlanması ve temel altyapı ihtiyaçlarının karşılanmasına bağlıdır. Ancak, bu süreçte İsrail gibi bazı aktörler, Suriye’nin ulusal bütünlüğünü tehdit eden girişimler sergilemektedir. İsrail, Dürziler, Kürtler ve Aleviler gibi azınlıkların “hamisi” rolüne soyunarak Suriye’nin iç işlerine müdahale etmektedir. Örneğin, İsrail’in Suriyeli Dürzilere yönelik “koruma” taahhütleri ve Golan’daki tampon bölgedeki askeri varlığı, bu müdahalenin somut göstergeleridir. İsrail, Suriye’de bir federasyon istememekte daha çok ülkeyi parçalamayı arzulamaktadır. Ayrıca ABD ve AB içerisindeki bazı emperyalist güçler de Suriye’de iç savaşın olabildiğince uzamasına katkıda bulunmuş ve bunu sağlamıştır. Nitekim 2001-2018 yılları arasında BM Genel Sekreterleri Kofi Annan, Ban Ki-moon ve António Guterres’e özel danışmanlık yapan Geffrey Sachs son olarak katıldığı Antalya forumunda bunu dile getirmiştir.
Çoğulcu Bir Yapının Gerekliliği
Suriye’nin sosyolojik yapısı, üniter bir devlet çerçevesinde azınlıkların siyasal ve kültürel haklarının tanındığı çoğulcu bir modele ihtiyaç duymaktadır. Azınlık haklarının yok sayıldığı bir siyasi yapı, ulusal bütünlüğü tahkim etmeye yaramayacak tam aksine onu zedeleyecektir. Örneğin, Suriye’de Kürtlerin, Alevilerin ve Dürzilerin haklarının anayasal güvence altına alınması, Suriye’nin uzun vadeli istikrarı için kritik önemdedir. Türkiye, resmi olarak Suriye’nin ulusal bütünlüğünü desteklese de, sahadaki askeri varlığı bu söylemle çelişkili bir görüntü yaratmaktadır. Türkiye’nin SDG’ye yönelik askeri operasyonları ise Suriye’de istikrara ve sürecin demokratikleşmesine ilişkin yaptığı katkıları etkisizleştiren bir aktör gibi hareket ettiği izlenimini vermektedir.
8 Mart 2025’te Lazkiye, Hama ve Humus kırsallarında yaşanan Alevi katliamları, Türkiye’nin azınlık hakları konusundaki imajını olumsuz etkilemiştir. Bu katliamlarda, Türkiye yanlısı Hamza ve Sultan Murat Tugayları gibi grupların rol aldığına ilişkin güçlü işaretler, Türkiye’nin doğrudan sorumluluğu olmasa da, HTŞ ve diğer gruplarla bağlantısı nedeniyle olumsuz bir algı oluşturmuştur. Bu algı, özellikle Suriye’deki Alevi toplumu ve uluslararası kamuoyunda Türkiye’nin rolüne ilişkin soru işaretlerinin doğmasına yol açmıştır.
- Türkiye’nin İç Siyasi Dinamikleri: Kürt Meselesi ve Yeni Çözüm Süreci
Türkiye’nin Suriye politikası, iç politikadaki iktidar mücadelesi ve özellikle Kürt meselesiyle yakından bağlantılıdır. Türkiye, dış politikasını yıllardır PKK ve YPG odaklı bir çerçevede şekillendirmiştir. AK Parti, 2002’de iktidara geldiğinde bu politikaları miras almış, ancak 2007-2009’daki Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla askeri vesayeti zayıflatarak bazı değişimler gerçekleştirmiştir. Bu değişimler dış politikada da bazı farklılaşmalarla sonuçlansa da son tahlilde PKK ile mücadele, dış politikanın hala temel aksı olmasa da en azından Ankara’nın Ortadoğu politikalarının merkezinde olmayı sürdürmüştür. PKK endeksli Ortadoğu ya da Suriye politikası, Ankara için bir takıntı haline geldiğinde AK Parti yönetiminin daha nitelikli açılımları engellemektedir. Azınlıkların haklarını elde etmesinin önündeki engellerden birinin Türkiye olduğunu söylemek zordur ancak başta Kürt sorunu olmak üzere azınlıklar noktasında ortaya koyduğu tavır, azınlıkların haklarının verilmesine mesafeli olduğu yönünde bir izlenim doğurmaktadır. Ancak AK Parti ve MHP ortaklığının başlattığı doğrudan PKK lideri Abdullah Öcalan’ı muhatap alarak başlattığı çözüm süreci, Ankara’nın ülke içinde Kürt sorununu çözdüğü taktirde bunun Suriye’ye ye olumlu yansımaları olacağı umudunu doğurmaktadır.
Kasım 2024’te MHP lideri Devlet Bahçeli’nin sürpriz açıklamasıyla Türkiye, yeni bir çözüm süreci başlatmıştır. HDP heyetinin PKK lideri Abdullah Öcalan ile İmralı Cezaevi’nde yaptığı görüşmeler, Öcalan’ın barış sürecine destek verdiğini ve belirli koşullarda (siyasi haklar ve partileşme) PKK’nin silah bırakabileceğini gösterdiğini ortaya koymuştur. Öcalan’ın, örgütü feshetme sinyali vermesi, bu sürecin potansiyelini artırmıştır. Nitekim 12 Mayıs’ta PKK, Türkiye kamuoyuna yönelik yaptığı açıklamada, 5-7 Mayıs tarihleri arasında kongresini toplayarak örgütü feshettiğini ve silah bıraktığını ilan ederek tarihi bir karar almıştır.
Ancak, çözüm sürecinin Suriye’yi kapsayıp kapsamadığı belirsizdir. HDP’li yetkililer, sürecin yalnızca Türkiye’yi ilgilendirdiğini ve YPG ya da SDG ile bağlantılı olmadığını belirtmiştir. İster Suriye’yi kapsasın ister kapsamasın, Türkiye’de sürecin başarıyla sonuçlanması, Suriye’deki Kürt sorununun çözülmesine olumlu etkiler yaratacaktır. Türkiye’nin Kürt meselesine daha kapsayıcı bir yaklaşım benimsemesi, Suriye’de YPG’nin Suriye ordusuyla entegerasyonu ve muallakta kalan meselelerin halledilmesinde kolaylaştırıcı bir rol oynayacaktır.
Çözüm süreci, Türkiye’nin Suriye politikasında yeni bir sayfa açabilir, ancak taşıdığı belirsizlikler nedeniyle kesin bir şey söylemek zorlaşmaktadır. Eğer süreç Suriye’yi kapsayacak şekilde genişletilmezse, Türkiye’nin SDG’ye yönelik güvenlik odaklı yaklaşımı devam edebilir. Bu, Suriye’de çoğulcu bir yapının oluşmasını zorlaştırabilir. Öte yandan, süreç başarılı olursa, Türkiye’nin Kürt meselesine demokratik bir çözüm bulması, Suriye’deki Kürt toplumuyla daha yapıcı bir ilişki kurmasını sağlayabilir. Bu, hem Suriye’nin istikrarına hem de Türkiye’nin bölgesel imajına olumlu katkı sunacaktır.
- Sonuç ve Öneriler
Türkiye, Suriye’nin istikrarı ve demokratikleşmesi için önemli bir konumdadır. HTŞ’ye sağlanan destek, ekonomik katkılar ve diplomatik girişimler, Türkiye’nin önemli bir aktör olduğunun altını bir kez daha çizmiştir. Ancak, azınlık hakları konusundaki sadece algıdan ibaret olmayan ve çözüm bekleyen somut sorunlar, YPG odaklı Suriye politikası, dış politik vizyonun derinleştirilmesi ve zenginleştirilmesinin önündeki en büyük engellerdir.
- Azınlık Haklarına Kapsayıcı Yaklaşım: Türkiye, Alevi katliamı gibi olaylardan kaynaklanan olumsuz algıyı düzeltmek için azınlık haklarını savunan bir söylem geliştirmeli ve Suriye’deki tüm topluluklara eşit mesafede durmalıdır.
- Çözüm Sürecinin Genişletilmesi: Yeni çözüm süreci, Suriye’deki Kürt meselesini kapsayacak şekilde genişletilmeli, YPG ile yapıcı bir diyalog kurulmalıdır. Bu, Suriye’nin çoğulcu bir yapıya geçişini kolaylaştıracaktır.
- Ekonomik Katkıların Güçlendirilmesi: Elektrik ihracatı ve altyapı projeleri gibi ekonomik katkılar, uluslararası işbirlikleriyle genişletilmeli, Suriye’nin yeniden inşasında Türkiye’nin liderliği pekiştirilmelidir.
- Aktif Diplomasi: Türkiye, İsrail’in azınlık hamiliği girişimlerine karşı Suriye’nin ulusal bütünlüğünü destekleyen, ancak çoğulcu bir yapıyı teşvik eden bir diplomasi izlemelidir. Rusya, İran ve Batılı aktörlerle dengeli bir işbirliği, bu süreçte kritik önemdedir.
- İç Uzlaşının Güçlendirilmesi: Çözüm süreci, Türkiye’nin iç politikasında uzlaşıyı güçlendirmeli.Kürt meselesine demokratik bir çözüm bulunması, Suriye politikasına da olumlu yansıyacaktır.