Normalleşmenin Normalleşmesi ve Diğer Meseleler

İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye yönelik çağrılar artık cesaret gerektirmiyor. Ancak, utanmazlıktan kaynaklanan sahte meydan okuma tonu, İsrail-Amerika ittifakının bölgedeki saldırgan tutumunun gölgesinde kötü bir zamanlamaya işaret ediyor. Bu ittifak, ahlaki olmayan cesaret ve cüret sergilemeden, güçlünün gölgesinde varlığını sürdürüyor. Dahası, bu normalleşmeyi destekleyen gerekçeler, ya derin bir cehaletten ya da sahte bir kendini kandırmadan kaynaklanıyor; öyle ki, İsrail ile normalleşme, iç ve dış sorunların çözümü için bir iksir ya da her derde deva olarak görülüyor.

Uluslararası ilişkilerde sihir yoktur; toplumsal ve ekonomik sorunların çözümü için de bir panzehir bulunmaz. Bu sorunların çözümü, ekonomik ve sosyal politikalar, yönetim sistemlerinin niteliği, toplumların yapısı ve seçkinlerin kültürüyle bağlantılıdır. Normalleşmeye yönelik aceleci tutum, Arapların yalnızca güç dilinden anladığına dair İsrail’in yerleşik inancını pekiştiriyor. Bu, İsrail’i güç kullanımına daha fazla yatırım yapmaya ve Araplarla ilişkilerinde dayatma politikalarına bağlı kalmaya teşvik ediyor.

Bu durum, pragmatik ve işlevsel bir bakış açısıyla bile geçerlidir; ahlaki boyutları bir kenara bıraksak bile – ki ahlakı bir kenara bırakmak, pratik açıdan bile toplumlar için bir hatadır. Hızlı değişim ve toplumsal çalkantı dönemlerinde, genel ahlaki değerlerin sağlamlığı kadar önemli bir şey yoktur. Bireyler arasında karşılıklı güveni sağlayan ortak standartlar, insanların birbirlerinin davranışlarını ve tepkilerini öngörebilme yeteneği, bu dönemlerde hayati önem taşır.

Normalleşmenin Sahte Cesareti

İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye yönelik söylemlerin, soykırım suçlarının işlendiği bir dönemde ve yerde tekrarlanması, bu fikri insanlara alıştırmak için (normalleşmeyi normalleştirme) sahte bir cesaretle yürütülüyor. Tam da Filistin meselesinin adaletin sembolü haline geldiği ve Batı’daki gençlerin, Glastonbury Festivali’nde yüz binlerce kişinin Filistin bayraklarını dalgalandırarak “Filistin’e özgürlük” sloganlarıyla İsrail’in suçlarına karşı isyan ettiği bir dönemde, bu söylemler daha da dikkat çekiyor. Bu gençler, özürsüz ve kendilerini haklı çıkarmaya çalışmadan İsrail’in uygulamalarını kınıyor.

İsrail’in herkesin gözü önünde işlediği suçlarla eş zamanlı olarak normalleşme söylemlerini görsel ve işitsel iletişim ortamına yaymak, insanların duygularını köreltmeye ve değerlerini çiğnemeye yönelik bir girişimdir. Bu sürecin, insanların ahlaki bağışıklık sistemine başka bağlamlarda da zarar verebilecek etkileri olabilir.

Bu ahlaki yozlaşma, İsrail’in, Benjamin Netanyahu’nun övündüğü gibi, sözde “direniş eksenini” yenilgiye uğrattığı bir zafer kutlaması olarak ortaya çıkıyor. Netanyahu, Hizbullah’ı ezdiğini ve Suriye’deki önceki rejimi ortadan kaldırdığını iddia ediyor. Bunu yalnızca iç politikada propaganda için değil, aynı zamanda bu eksene karşı olan Araplara, bölgenin liderinin İsrail olduğunu ve Arap rejimlerinin Amerika ile ittifakının ya da demokrasi hayallerinin değil, İsrail’in onları koruduğunu hatırlatmak için yapıyor.

Filistin meselesinin adaleti, bu meseleyi istismar eden rejimlere bağlı değildir. Bu rejimlerin, Filistin davasını ve İsrail’le çatışmayı meşruiyet kaynaklarından biri olarak kullanmaları, bu davanın adaletine ve halklar nezdindeki merkeziliğine dayanır. İsrail’e karşı tutumun adaleti, bu rejimlerin onu kullanmasından önce gelir ve bu kullanımın etkili olmasının nedeni de budur.

Eski Suriye rejimini Golan’ı teslim etmekle suçlayanların, rejimin çöküşünden sonra İsrail’in Golan’ı ilhakını ve ABD Başkanı Donald Trump’ın bu ilhakı tanımasını hafife alması mantıksızdır. Bu, ya rejimin Golan’ı teslim etmediğini bildikleri ya da rejimin otoriter, zalim ve aynı zamanda gerçekten İsrail karşıtı olabileceğini kabul ettikleri anlamına gelir. Ancak mesele, siyasi karalama için bu suçlamayı rastgele kullanmış olmalarıdır. Otoriterlik suçlaması yeterince ağırdır; bir diktatörü daha da kötü göstermek için ona İsrail’e hizmet etme suçlaması yapıştırılmasına gerek yoktur. Ancak normalleşmeyi savunan bazıları (yalnızca bazıları) için sorun, otoriterlik değil, zalimin kimliği ya da başka meselelerdir; Golan’ın işgali ya da Suriye toprağının kaybı değil, başka şeyler.

(2)

İsrail’in, Hizbullah’a ve Filistin direnişine, özellikle de Hamas’a ağır darbeler indirdikten sonra İran’a saldıracağı açıktı. Bu saldırı, Filistin halkına karşı gerçek bir soykırım savaşının getirdiği ağır bedelle gerçekleşti. Saldırının zamanlaması, ABD yönetimi tarafından kontrol edildi; ABD, İran’ı savaşsız boyun eğdirmeye çalıştı. Trump’ın narsist kişiliği, onun açıklamalarının kendiliğinden sonuç doğuracağını düşünmesine yol açıyor. Öte yandan, Netanyahu, İran’ın İsrail’i çevreleyen müttefiklerinin caydırıcılığını kaybettiği bir fırsatı kaçırmamak için bu yılbaşından itibaren saldırıyı hızlandırmaya çalıştı. İran’ın ve diğerlerinin “İsrail’i haritadan silme” söylemlerinin boş ve etkisiz olduğunu, hatta İsrail’in uluslararası alanda sempati toplamak ve planlı saldırısını savunma olarak pazarlamak için bunları kullandığını biliyordu. Savaş gerçekleşti ve ABD, İsrail’in planladığı gibi savaşa katıldı.

İsrail ne normalleşme savunucularının tasvir ettiği gibi her şeye kadir, ne de propagandacıların iddia ettiği gibi örümcek ağından daha zayıf. İran, kırk yıldır teyakkuz halinde olduğu varsayılan bir devlet olmasına rağmen, iç güvenliğinin zayıflığı ve yetersizliğinin ciddiyeti ortaya çıktı. İleri teknolojiye sahip hava gücü, yapay zeka ve en ölümcül silahlarla donatılmış olmasına rağmen, İran rejimi çökmedi ve devlet dağılmadı. İsrail’in mutlak gücü de, zayıflığı da abartılıdır.

İran, iç ve dış sorunlarla karşı karşıya: yaptırımların kaldırılmasını gerektiren yeniden inşa ile nükleer programına devam ederek ABD ve İsrail’in boyun eğdirme çabalarına meydan okuma arasında bir ikilem. Çin ve Rusya ile ilişkileri güçlendirmek, ABD ve Avrupa yaptırımlarının kaldırılmasına alternatif olabilir mi? Belki. Ayrıca, iç güvenliği sıkılaştırmak mı, yoksa reformist hareketleri güçlendirip halka açılarak baskıyı azaltmak mı? Direniş hareketleri de 7 Ekim’den önce İsrail’i, toplumlarını ve Arap devletlerini anlamada sorunlar yaşıyordu. Bu sorunları biliyorlardı ama inkâr ediyorlardı; şimdi yüzleşmek zorundalar.

Normalleşme yanlıları, tıpkı İran, İsrail ve Washington’daki Amerikan siyasi analiz merkezlerinin iddia ettiği gibi, Filistin meselesinin yalnızca İran ve direniş eksenine ait olduğunu, düşünüyor olabilir. Bu merkezler, yeni Arap ülkelerinin (“büyük” ve “güzel”, Trump’ın tabiriyle) Abraham Anlaşmaları’na katılmasının zamanının geldiğini savunuyor. Onlara göre, Gazze’deki savaş, bu süreci engellemek yerine hızlandırdı; çünkü güç işe yarıyor ve bazı Araplar, İsrail’i Gazze’deki katliamlar ve suçlarla ödüllendirmeye hazır.

Bu, ne toprağı işgal edilen Filistinlinin, ne de ülkeleri için benzer bir kaderden korkan Ürdünlü ve Lübnanlı kardeşlerinin, ne de toprağı işgal edilen Suriyeli vatanseverin, ne de Arap dünyasının genelinin tutumudur. Araplar, bölgedeki etkilerinin paylaşılmasını, ülkelerinin ve yöneticilerinin başka bir bölgesel güce tabi olmasını reddediyor. Bu mantık, bölgeyi bir tehdit olarak görüyor, kimseye güvenmiyor ve yalnızca güç mantığına inanıyor.

Normalleşmeye karşı çıkanlar, ne başka bir halka lütuf yapıyor ne de mutlaka Arap milliyetçiliğine yöneliyor – ki bunda bir sorun yok. Örneğin Suriye’de, Suriyeli vatanseverlik ve toprak bütünlüğü meselesi tamamen ulusal bir meseledir. Suriye’nin geleceği, halk ve toprak birliği olmadan düşünülemez. Modern bir Suriye devleti, siyasi mezhepçiliği aşan, çoğunluğun Arap kimliğini güçlendiren ve Kürt ulusal kimliğini eşit vatandaşlık temelinde kabul eden bir vatanseverlik üzerine kurulmalıdır.

İsrail’in işgal ettiği Golan Tepeleri’ni savunmak, vatanseverliğin temel bir unsurudur. Bundan vazgeçmek, Suriyeli vatanseverliğin ve vatan bağlılığının zayıflığını gösterir; siyasi mezhepçilik ve bölgeselcilik, ulusal bağlılığın önüne geçer. Bu, Suriye, Irak ve Lübnan’da modern bir devlet inşa etmenin önündeki en büyük engeldir.

İsrail ile çatışmanın ekonomik büyümeyi engellediğini düşünenler, İsrail’in sürekli savaş halinde olmasına rağmen ekonomisinin geliştiğini, kurumlar devletini koruduğunu ve en azından Yahudiler için bir demokrasi sunduğunu gözlemleyebilir. İsrail’in gücü, yalnızca ABD ve Batı desteğiyle açıklanamaz; asıl mesele, ulusal güvenlik konusunda mutabakat sağlayan modern bir devlet inşa etmesidir.

Mısır örneği de, İsrail ile barışın sorunları çözmediğini, teknolojik uçurumu kapatmadığını gösteriyor. İsrail, sürekli savaş halinde olmasına rağmen gelişiyor; Mısır ise 1973’ten beri savaşmamış ve barış anlaşmasına sadık kalmış, ancak Gazze’deki katliamlara karşı etkili bir adım atamamıştır.

(3)

Burada savaş çağrısı yok; savaşlar herkes için felakettir. Ancak normalleşmenin iddia edilen “faydaları” sorgulanmalıdır. Arap devletlerinden beklenen, İsrail’in hegemonyasını reddetmek ve bir kardeş halkın soykırımını engellemektir. Bu, adil bir barış olmadan, İsrail ile ittifak anlamına gelen normalleşme çağrılarının devam eden bir savaşın tarafı olmak olduğunu anlamayı gerektirir.

Arap toplumlarının ihtiyacı olan son şey, medeni bir toplumda insan ilişkilerini düzenleyen ahlaki normların çöküşüdür. Modern kurumlar inşa etmek, mezhepçiliği ve milis zihniyetini reddetmek, hukukun üstünlüğünü savunmak, işgal edilmiş toprakların egemenliğini korumak ve haklı davalara inanmak, istikrar ve ekonomik kalkınma için yeterlidir. Devlet ile değişen hükümetler arasında ayrım yapmak, modern devletlerin temelidir. Bu ayrım olmadan, modern devletler inşa edilemez.

* Azmi Bişara, Din ve Demokrasi, İslam ve Demokrasi, Filistin Sorunu, Sivil Toplum ve Demokrasi, İsrail’deki Arap azınlık ve genel olarak azınlıklar, Araplar ve Holokost gibi konularda yazılar yazmış ve kitaplar kaleme almıştır. Ayrıca edebiyat alanında dört eseri yayınlandı, Arapça, Almanca, İbranice ve İngilizce süreli yayınlarda yazdı.

Azmi Bişara’nın çeşitli süreli yayınlarda ve internet sitelerinde yayınlanmış onlarca çalışması ve yüzlerce fikir makalesi bulunmaktadır: Al-Mustaqbal Al-Arabi, Palestinian Studies, Al-Karmel, Viewpoints, Amran, Tabin, Siyasat Al-Arabiya ve Al-Khaleej, Al-Hayat, Al-Ahram, Al-Ahram Weekly gibi Arapça gazetelerin yanı sıra 2014’teki kuruluşundan bu yana el Arabi el Cedid gibi çeşitli süreli yayınlarda ve web sitelerinde yayınlanmış onlarca çalışması ve yüzlerce fikir makalesi bulunmaktadır.

Çevirinin orijinaline erişmek için tıklayınız.

İslam Özkan
İslam Özkanhttps://www.ekopolitik.org.tr/
1996 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Yüksek Lisansını Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Bölümünde, Doktorasını ise Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyolojisi ve Antropolojisi bölümünde tamamladı. Bir dönem yayıncılık alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük; TRT Arapça, TV 5, Kudüs TV, Kanal On4 televizyonlarda haber müdürlüğü ve dış haberler müdürlüğünün yanısıra dış politika dahil farklı konulara ilişkin TV programları yaptı. Bir dönem Yemen el Mesire TV’nin Türkiye temsilciliğini üslendi. Röportaj, yazı ve çevirileri Gazeteduvar, Politikyol ve Yeni Arayış gibi mecralarda yayınlandı/yayınlanmaktadır.

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar

Türkiye’nin İran-İsrail Çatışmasındaki Pozisyonu: Diplomasi, Güvenlik ve İşbirliği

Özet Türkiye, İsrail’in 13 Haziran 2025’te İran’a yönelik “Yükselen Aslan Operasyonu” ile başlayan çatışmada diplomatik tarafsızlık ve arabuluculuk rolü...

Amerikan İran Saldırısı: İsrail Savaşı Kazandı mı?

İhab Cebarin* Savaşta olduğu gibi siyasette de her zaman zafer kazanmak gerekmez. Bazen girişimi elinde tuttuğunu göstermek yeterlidir. Rakibini,...

Çeviri Hareketlerinin Ortaya Çıkışının Nedenleri ve Türkiye İslamcılığı

Türkiye’de 60’lı yıllardan itibaren başlayan İslam dünyasının ağırlıklı Arapçadan yapılan çevirilere ilişkin çokça konuşulsa da bu alana ilişkin...

Arap Aklının Yapısökümü ve Yeniden İnşası

Çeviri: İslam Özkan Arap vatanı, çeşitli bölgelerinde hızla yaşanan dönüşümlerle, toplumu derinden etkileyen, iyi planlanmış bir "yumuşak" projenin karşısında olduğumuzu...

Vail Hallak: İçsel Özgürlükten dışsal özgürlüğe: Batı ile “biz”in...

Çeviri: İslam Özkan Giriş: Napolyon’un Mısır’ı işgali, Arap dünyası ile Batı arasındaki doğrudan karşılaşmanın başlangıç noktası olarak kabul edilirse, o...

Toplum ve Din Karşıtı Aydının Eleştirisi: Seküler Arap Aklının...

Çeviri: İslam Özkan Arap dünyasında, kendilerini hem entelektüel elitlere hem de geniş halk kitlelerine "aydın" olarak sunanların sayısı arttı....

Türkiye’nin Suriye’deki Rolü ve İç Siyasi Dinamikler

Türkiye, 2011 yılında patlak veren ve kısa bir süre sonra şiddetli çatışmalara dönüşen Suriye iç savaşında, önce diplomatik...

Orta Güçler ve Sınırlı Dengeleme: Suriye ve 7 Ekim...

Chen Kertcher | Gadi Hitman Çeviri: İslam Özkan Özet Bu makale, Orta Doğu’daki devletlerin büyük stratejilerini açıklamak için “orta güçler” kavramının...

Umman’da Nükleer Diyalog: İran-ABD Görüşmelerinin Stratejik Ufku

Nükleer silahlar, II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası güvenlik sisteminin temel taşlarından biri olarak, yüksek caydırıcılık potansiyeliyle küresel güç...

Suriye’de Yeni Hükümet ve Bölgesel Dinamikler: Fırsatlar, Zorluklar ve...

Suriye, 2011’de başlayan iç savaşın ardından, Aralık 2024’te yeni bir döneme adım attı. Ahmet Şara liderliğindeki HTŞ yönetimi,...

İsrail ve Türkiye: Suriye’de Rekabet ile “Emrivaki” Denklemleri Arasında

Ziya Udeh  Çeviri: İslam Özkan İsrail’in Suriye’deki son dönemde artan askeri hareketliliğinin büyük ölçüde Türkiye ile bağlantılı olduğu artık bir...

Suriye’nin Kurtuluşu Halk Dayanışmasında Yatıyor

  Ratib Şabu Suriyelilerin 2011 Mart’ından beri yaşadığı korkunç sınav, toplumda iki farklı bilinç akımının doğuşuna zemin hazırladı diyebilir miyiz?...

Esad Sonrası Suriye’de Mitleri Yıkmak

Rob Geist Pinfold*   Çeviren: İslam Özkan Özet   Bu makale, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın düşüşüyle ilgili yaygın yanlış algıları sorgulamaktadır. Muhalefet...

Suriye’de Kaos Tehdidi: Azınlık Korkuları ve Yönetim Krizi Üzerine...

Suriye’de 2011 yılında başlayan halk ayaklanmaları, ülkenin toplumsal yapısının karmaşıklığını, etnik yapılar arasındaki fay hatlarının derinliğini ve politik...